vii. a little latin class matter

112 40 242
                                    

Oysa, kitaplardan bahsederken sesin ne kadar farklıydı.
tehlikeli oyunlar, oğuz atay
_

Matthew'un dediklerine karşılık olarak herhangi bir şey diyemedim. Zaten ses tonundaki kararlılık ve netlilik benim herhangi bir şey söylememe izin vermemişti.

Birlikte içecek bir şeyler almaya gidecektik. Çünkü o öyle istemişti. Şu an bana başka bir direktif söylese bile karşı koyamazdım sanırım. O kadar netti.

Onaylamak zorundaydım.

Robin, diğerlerinin ardından sineme binasına doğru ilerlerken kısa bir anlığına arkasını dönmüş ve benimle göz göze gelmişti. Gözlerinde bir endişe vardı. Anlık olarak da Matthew'a bakmıştı. Ben bunun geçen söylediklerinden ötürü olduğunu düşündüm. Sanırım benim adıma biraz endişelenmişti. Ama ben ona hafifçe gülümsedim çünkü endişelenecek bir şey olduğunu düşünmüyordum.

Gözlerimi etrafa çevirerek içecek bir şeyler almak için uygun olan bir yer aradım. Zaten o esnada da Matthew, "İlerde bir kafe bar var, daha önce bir şeylerini denemiştim." dedi ve ileriye doğru bakındı.

"Eğer geç kalırsak bizi beklemeyin, girin," dedi, sonra da. "Geç kalmamaya çalışırız."

Aslında Matthew'un, Meredith'i Jack ile baş başa bırakması biraz tuhaftı. Robin'in geçen anlattıklarını anımsıyordum. Blain'in Meredith ile flörtleştiği için Matthew'un onu gecenin bir köründe bağlı halde nehire atması... Sanırım Jack'in bunu biliyor oluşundan dolayı kız kardeşine herhangi bir şekilde yakınlık göstermeyeceğini düşünüyor ve bu yüzden de şu an bunu hiç umursamıyordu. Aslında Jack'in kız arkadaşı olduğunu bildiğinden de rahattı ancak arabada konuşulanları da anımsıyordum, Jack'in ne türde bir erkek olduğunu da biliyordum.

Ama yine de bir sorun yoktu. En azından öyle gözüküyordu.

Onları gişenin orada bırakarak Matthew ile bahsettiği kafe bara doğru ilerlemeye başladık. Soğuktan dolayı üşüyen ellerimi ceketimin cebine koyarak biraz etrafa bakınıyordum. Bir şey söyleyip söylememek konusunda kararsızdım. Bu yüzden ondan bir şey bekliyordum ki, o da zaten bu düşüncemin üstüne karşılık olarak konuşmaya başladı.

"Hava böyle soğuk olsa bile," dedi, biraz başını gökyüzüne çevirerek. "Yağmur veya kar yağmıyorsa soğuk havalar fazla hoşuma gidiyor. Soğuk bedene de iyi geliyor zaten."

"Bahar aylarını tercih ederim," dedim. "Üşümekten çok hoşlanmıyorum."

"O zaman hava hiç net olmuyor ki. Ya sıcak ya soğuk, ortası yok." Sözlerine karşılık hafifçe başımı olumlu anlamda salladım. Haklıydı çünkü.

"Yine de ne çok soğuk ne de çok sıcak oluyor." Az önce yanından geçtiğimiz bir teknolojik alet satan dükkana doğru dönmüştü, Matthew. Sonra da tekrardan önüne döndü.

"Öyle... Neredeyse bir ay sonra kar görebiliriz. Şu an bile keskin bir soğuk var, zor bir kış olacağa benziyor." Az önce evsiz birinin yanından geçmiştik ve onu geride bıraktığımızda da Matthew, "Böyle insanlar için üzülüyorum."

Başımı sallamakla yetindim. Ne diyebilirdim ki? Ben de üzülüyordum ancak yapabileceğim bir şey yoktu.

"Texas'ta da böyle miydi? Yani, kışları soğuk geçiyor muydu?"

Kötüler Çağı Where stories live. Discover now