4: çobanın yalanları

567 90 48
                                    

Lütfen yorum yapın LÜTFEN YORUM OLMAYINCA ACAYİP MOTİVASYONUM DÜŞÜYOR;(

*

Pazartesi: 10.22

TOP - Heathens 

Her bir yağmur damlasını bir melek indirirmiş, der ananem hep. Bunu küçükken ilk duyduğumda gözlerimde canlandırabildiğim tabloyu, elim fırça tutmaya başladığında kağıda döktüğümü anımsıyorum. Gri pis bir gökyüzünün altında kendine karışmış isli bir şehirdi ilk önce beyaz kağıdıma dağıttığım.  Belli belirsiz çiziktirdiğim kalabalık resmin içerisinde boğuyordu beni, hatırlıyordum şimdi. Sonra yağmur damlalarının yanlarında minik beyaz ışık huzmeleri vardı ve melekleri kendimce böyle yorumlamış olmamsa şimdiki bana oldukça komik görünüyordu. 

Yağmur minik boncuklar gibi kaskıma dökülüp o tatlı tıp sesini çıkartırken akademi yolundaydım. 

Sayın Timuçin Sarmaşıkçı; 

Pazartesi 11.00' da yapılacak okul tanıtımına katılmanız rica olunur. 

Okul yönetimi.

Mesajı kaç defa okumuştum? Zihnimin en orta yerinde duran haber panosunda asılıydı, parlıyordu. Gök öyle sert gürledi ki aynalarımda aydınlanışın yansıması gözlerimin içlerini acıttı. Kaskın önü açık olduğu için sert rüzgar yüzümün her yerini jilet gibi kesiyordu. Ciğerlerim soğuk hava baloncuklarıyla dolmuş olsa da umursamıyordum bunu zira ben seviyordum soğuk havayı yüzümde hissetmeyi çitamın üzerindeyken. Ellerimdeki yarım eldivenden kalan parmak uçlarım bile buz kesmişti. 

Çok değil bir süre sonra varmak istediğim konum önümde şato gibiydi. Heyecandan kalbimin atışını kaburgalarımın demir gibi kenarlarında hissedebiliyordum. Bu beni boğmaktan ziyade ateşimi harlıyordu sanki. İçimdeki kutlama kirpiklerimden sallanıyordu. Motorumu park alanına bırakırken etrafımdaki birkaç insanın göz hapsine girmiştim. Birçok araba vardı park edilmiş. Ama lüks ama değil, çok fazla araba yan yana galeri oluşturuyordu. Benim bebeğim ise aralarında parlayan tek yıldızdı.

Kaskımı çıkartırken diğer yandan motordan indim yavaşça. Dağılmış saçlarımı parmaklarımla geriye iterken cebimde ufak bir lastik toka olmasını umuyordum yalnızca. Hepsi çok narindi, kopuyorlardı. Efnan saçlarımı toplamamdan nefret ediyordu. Toygar ise saçlarımın uzun oluşuyla dalga geçiyordu. Yine de kim ne derse desin ben aynada bana bakan adamı seviyordum. Kaskımı yerine bıraktım ve sonra eldivenlerimi çıkarttım.

Yeni bir şeylere başlamayalı ne kadar oluyordu? Hayatımın direksiyonunu bu denli heyecanla kavramayalı ne kadar oluyordu? Derin bir nefes alıp cebimden bir tane siyah lastik toka bulup saçlarımı arkamda topladım. Önlerden dökülen ıslak tutamlar için pek bir şey yapamıyordum, kısa geliyorlardı. Anahtarım cebimde akademinin merdivenlerine ilerlerken postallarımın ıslak zeminde çıkarttığı gıcık sese buruşmuştu yüzüm.

Toplam üç senelik bir süreçti burada olmak. Benden küçük çok fazla öğrenci olduğuna emindim; herkes rakipti, herkes bir adım uzaktı. Ben kendi dünyamdaki renkleri dağıtacak ve başkalarının rengine bulanmayacaktım. Çünkü biliyordum, başkalarının renkleri beni bozardı. Ben kendime öyle bir tablo çizmiştim ki kendi renklerim vardı artık. Her tonunu ezberlediğim renklerim. 

"Kimlik görebilir miyim? Adresinize yollanmış olması gerekiyordu."

Kapıdaki orta yaşlı, benden kısa, göbekli ve şapkasının altında tahminimce az saçı olan güvenlik görevlisi abi beni durdurunca ona dudaklarımın ucuyla gülümsedim. İnsanlara gereksiz gülümsemek bile zulüm gibiydi bazen. Lüzumsuz gösterilmiş nezaket, tuzaktan başka bir şey değildi. Zannımca böyleydi.

okyanusun gözleri • [bxb]Where stories live. Discover now