GERÇEKLER ACIDIR

17 4 2
                                    

"Elinden geleni yapacaksın, atalarımız sana yol gösterecek. Millie'nın yaptığı gibi yapacaksın Attilla. Seni her zaman izliyor olacağız... " Gördüğüm rüyanın etkisi ile yatakta doğrularak derin nefes almaya çalıştım. Atalar mı? Bu gücü kullananlar mı? Ellerimi gayet iyi harekettirebildiğimi fark edince ayağa kalktım. Rüyanın etkisi ile alnımdan terler akıyordu ve yüzüm soluk görünüyordu. Banyoya girip duş aldıktan sonra üstümü giyinip odadan çıktım. Saatime baktığımda saat 06.00'yı gösteriyordu. Anna'nın verdiği ilaç ise yaramıştı. Luna'nın yanına gitmeye karar verdiğimde asansöre binerek beklemeye başladım. Atalar, Millie, harbi Millie ne yapmıştı? Ben de mi yapacaktım? Ne yapacaktım? Ne zaman? Neden sitresten ağlamıyordum? Neden duygum yok gibi bakıyorum aynalara? Luna'nın olduğu kata geldiğimde Anna'nın dediği gibi ikinci kata geldiğimde bir hemşireye sorarak yerini öğrendiğimde hemen oraya gittim. Kapıyı çaldım. Luna erkenciydi ama artık öyle mi bilmiyorum. Ses gelmeyince bir daha tıkladım. Cılız bir ses, "Gel." Diyince kapıyı açtım. Luna hastenin kocam pencerisine doğru bacaklarını karnına çekmiş bir vaziyette oturuyordu. Beline kadar gelen siyah saçları darma dağındı. "Serumum bitmedi Çicek abla, sonra gelersin." Derin nefes alarak, "Luna..." Arkasına yavaşça dönen kızın gözlerinin altında oluşan torbalar, lacivert gözlerinde o kızarıklık... Bu tanıdığım Luna değildi. "Sen... Sen? Sen! Ne işin var burada?! Git! Görmek istemiyorum seni lanet olası şey! Git gelme!" Ağlayarak bunları söyleyen kıza ne diyecektim ben? Tam gitmeye karar verecektim ama Luna'nın gerçekleri bilmesi gerekiyor. Hüngür hüngür ağlayan kızın yanına yürümeye başladım. "Gelme! Pislik, lanet! Git!" Haykırarak söylediği sözler içime o kadar acitiyordu ki... Yatağın ayak ucuna oturdum. Luna ise solmuş rengi ile iyice ağlamaya başlamıştı. Yatağa oturduğum zaman bana dönerek güçsüz şekilde sırtıma yumruk atmaya başladı. "Senden neferet ediyorum pislik! Geber! Lanet! Neden geldin?! Öldürmek için mi?! Neden?! Bana bir şey söyle!" Susmayı daha çok tercih ettiğim zaman içim daha da acıyordu. Evet, ben Luna'yı seviyordum. Hem de çok... "Luna sana gerçekleri anlatmaya geldim." Yumruk atan kız birden durdu. "Ne? Ne gerçeği?" Ona dönmek istesem de dönecek yüzüm yoktu. "Kraliyet soyundan gelen Luna ama soyadını bir türlü bulamadığımız tahtın varisi olan prenses. Ataların Kraliçe Astrid sayesinde gelen bu güç hep yıkım için kullanıldı. Bunu engellemek için soyun katledilmeye başlandı. Komutan Anna ise senin bu gücü yıkım için kullanacağını düşünüyordu. Seni idam edeceklerdi ama ben istemedim. Güçlerinin bana devredilmesini istedim. Sonuçta bu gücü kraliyet soyundan gelenler kullanabiliyordu. Sadece gücü devralacaktım ama Anna'nın emri ile kanın da verildi ve büyük ihtimalle sende benim kanımı aldın Luna." Luna hiç hareket etmiyordu. Sadece arkasını dönüp dışarıya baktı. Uzun bir süre sessizlik içinde oturduk ve uzun süre ağladı. Bende içimden ağladım. Luna'nın bana döndüğü biliyordum. Evet geliyordu, "Şerefsizsiniz! Hepiniz öylesiniz!" Kapı tıklanarak açılınca yere bakarak gelen hemşire, "Luna, serumunuzun değişme vakti geldi." Hemşire başını kaldırdığında beni görünce küçük bir şok geçirmişti. "Ah, komutanım kusura bakmayın sizin burada olduğunuzu bilmiyordum ama iyi değil gibisiniz sizi muayene etmemi ister misiniz?" Ayağa kalktım ve Luna'ya baktım. Gözleri herşeyi açıklıyordu. İçinden bana sövdüğünden emindim. "Luna... Ben gerçekten üzgünüm." Diyerek odadan çıktım. Ya şimdi ne olacaktı? Babamı kurtarmak için yaptığım önce şey bana bir lanet olarak geri gelmişti. Asansöre bindim ve eksi üçüncü kattın düğmesine bastım. Birinci katta bir doktor binmişti. Bu da beni buldu ya. "Millie'nın gücü damarlarında taşıyıcı. Onu kullan! Kaosu seven bu gücü yaşat taşıyıcı!" Gözlerim faltaşı gibi açılınca aniden diz kapaklarımın üstüne düştüm. Doktor, " Efendim iyi misiniz?" Elimi kontrol edemezmiş gibi direk başıma gitti ve başıma baskı yapmaya başladım. "B-başım çok ağrıyor!" Kahretsin! Bu da ne böyle? "Yardım... Yardım edin!" Başımın ağrısını gidermek için elimle masaj yapmaya calişsam bile elim sadece bana baskı uyguluyordu. "Tabii ki de!" Asansörün kapısı açılınca aniden yere yığıldım. Bedenimi ben kontrol edemiyordum! "Ne? Ben neden?" Ne diyorum ben? Doktor bir şeyler bağırıyordu. Yanıma bir kaç hemşire ve doktor gelince hemen gözlerime ışık tutmaya başlamışlardı. Bir doktor da elimi başımdan çekmeye çalışıyordu. "Elinizi başınızdan çekin Komutan Attilla!" Şiddetli bir baş ağrısı ve baskı yapan eller. Ne harika! "Olmuyor! Kahretsin!" Bir den elimi başımdan çektiğimi zannetmiştim ki elim gözüme ışık tutan hemşirenin kafasına yumruk atarken bulmuştum. Şaşkın bir şekilde elime bakarken, "Aman Tanrım! Asya iyi misin? Komutanım ne yapıyorsunuz?! Bana bağıran doktora da yumruk attığım da iyice affalamıştım. Kafamı kaldırdım da bize doğru gelen doktorlar ve hemşirelere, "Hayır! Gelmeyin! Uzak durun benden!" Ne oluyordu? Güç beni mi kontrol ediyordu? Tüm doktorlar ve hemşirelerin uzak durduğunu gördüğüm de beyaz duvarın dibine çöktüm. "Attilla!" Anna gelmişti. "Sakin ol Attilla! Bu beden senin onun değil!" Onun mu? Kafayı yedimi çok iyi biliyordum. Olup olmadık kafamda konuşan ses ya da sesler. Bedenimi hareketlerini kontrol edememe. "Ah! Kahretsin Anna! Başımda susmak bilmeyen bir ses ve bitmek bilmeyen şiddetli ağrı var!" Tüm doktorlar ve hemşireler Anna'ya bakıyordu. "Attilla, atalarımız her zaman kaosu sevdi minik bir kaos bu gücü şenlendirir." Gene o ses. Elim birden gene başıma gidince, "Kahretsin! Sus! Sus!" Anna doktorlara bir şeyler anlatıyordu. Asansörün kapısı açılınca herkes birden oraya baktı ama birden kafamı aşağıya eğince kimin geldiğini göremedim. "Işık umuttur herşeyi mutlu eder bir çıkış yolu gibi ama karanlık savaş, ölüm demek." Ağrıdan gözlerim dolmaya başlayınca kafamı duvara vurmaya başladım. Neden? Herkes birine bağırıyordu. Gitme mi diyorlardı. Nereye? Birden elimi tutan elin sahibinin kim olduğu bakmak için kafamı kaldırdığım da onun Luna olduğunu gördüm. "Elini çek. Sana zarar vereceğim." Luna, "Sakin ol. Bir şey olmayacak. Şimdi elini başından çek." Kafamı salladım. "Olmuyor! Çekemiyorum!" Derin nefes aldı, "Attilla,  benim için çek o elini yoksa kırayım mı o eli?" Sakinleştiğimi anladığımda elimi başımdan çektim. Sıkıca elimi tutmaya başladı. "Benim... Ben..." Başımın ağrısı yavaş yavaş geçiyordu. Doktorlar hemen bir şey getirip götürmeye başladıkları sırada, "Luna neden bana yardım ediyorsun?" Elimi hala tutuyordu. Kıyafeti beyazdı. Yoksa bu gücün sevmediği bir renk miydi? "Senin bağırman ve bu insanların koşturması yüzünden uyuyamıyordum." Bunun için gelmiş olması beni güldürmüştü. "Attilla ne oldu orada? Bana ölü gibi bakıyorsun." Bir şey söylemeyecektim. Doktorlar sedye ve bir kaç ilaç getirdiklerinde, "Onlara gerek yok. Hapse gideceksin Attila Demir, askerler alın şu adamı." Anna ilaçları hazırlarken elinde ki cam şırınga yere düşüp kırıldı. "Abi, hayır götürmeyin. Orada iyice hırpalanacak!" Abi mi? "Herkes işine baksın." Etraftaki doktorlar ve hemşireler dağılınca, "Kardeşim benim için güzle rol yaptın artık bundan sonrası bende teşekkürler." Anna belinde ki silahı çikarıcakken, "Aklından bile geçirme." Luna'yı el bileğinden çeken Anna bana üzgünüm dercesine bakıyordu. Bana doğru gelen askerleri savuşturmak için ayağa kalkmaya çalıştığımda, "Zor değil mi? Merak etme yardım edeceğiz sana." Anna'nın abisi tam bir şerefsizdi, kardeşi gibi. Askerler silahlarını bana doğrultmuş bir şekilde geliyorlardı. "Hiç bir şey yapma." Diyen Luna'nın ne demek istediğini iyi biliyordum. Onlara saldırırsam gene zaten hapse girecektim. Pislikler iyi plan kurmuş. İki asker beni duvara dayarak ellerimi kelepçelediler. "Yürü!" Ayağayla sırtımı tekmeleyen askere, "Şerefsiz." Kafama silah tutan asker, "Duyamadım, ne dedin?" Ben neye düştüm böyle? Hastaneden çıkınca, "Taşıyıcı olmak güzel değil mi?" Diyen Anna'nın abisine, "Ah, harika." Diyerek lafı geçiştirdim. Arabaya binmemek için inat etsem de gene bindirecekleri için bir şey demeden bindim. Yirmi dakika sonra, hükümetin onayını alarak yaptırılan özel hapishanelerin olduğu yere gelmiştik. "İn aşağıya!" Sessiz kalmak en iyisi desem yalan olurdu değil mi? Askerler Anna'nın abisine selam vererek durdular. Binanın rengi beyazdı. Beyaz da umut değil miydi? "Askerlerim ve suikastçilerim. Gördüğünüz üzere şehrimizde ün yapmış bir kişi var karşınızda, Attila Demir! Bu şahıs en alt katta ki hapishanede kalacaktır! Lütfen gözünü bu adamdan ayırmayın! Dean, bu adamı hapise attıktan sonra işkence malzemelerini getirin." Dean denen asker bana baktığında ben de ona baktım. Dean, komutanın kulağına bir şeyler dedikten sonra beni hapishaneye götürmeye başladılar. "Hey! Azıcık hızlı yürü senle uğraşmak ve bagirmalarını dinlemek moledi gibi gelecek bize. Çok canın çekerse sanada vereriz bir içki." Arkamdaki askerler gülmeye başlayınca, "Susun ve işinize bakın!" Diyen komutan ile eğlenceleri bitmişti. Binaya girer girmez dikenli hapishaneler de ki mahkûmlar meraklı gözler ile bize bakmaya başladılar. Kahretsin! Benim sadece kafamı eğip hapse yürümem çok mantıksız! Onlara saldırdıysaydım gene ceza alacaktım. Üstlerine karışma kuralı. Bunlar olmadan önce benim için hoş bir kuraldı ama şimdi en nefret ettiğim kural oldu. En alt kata geldiğimizde, "Frank, mahkumun tişörtünü çıkart bugün güzel bir işkence yapacağız." Frank denen pislik adi adam Dean Komutanına selam verip beni hapishanenin içine ittirdiler. "Kelepçeleri çıkarın." Kelepçelerimi çıkaran adamlar silahı bir an bile olsun indirmiyorlardı. Frank tişörtümü çıkarttıktan sonra el bileklerimi sağdan ve soldan olmak üzere tavana bağlı bir şekilde duran iki kelepçeyi taktı aynı işlemi ayak bileklerimi de uygulayınca hapishaneden çıkıp kilitledi. "Siz burada bekleyin, komutan gelince başlarız." Şu ana kadar benim bir şey yapmam gerekiyordu ama neden yapmadım? Bedenimi ben kontrol ediyordum hâlbuki. "Çok düşünüyorsun Attilla." Kafamda ki ses... Çok mu düşünüyorum? Dean, "Hadi başlayalım. Komutan istediğiniz kadar işkence edin dedi. Frank ilk sen başla." Frank hapishanenin kapısını açtı. Elinde bir kırbaç vardı. Tamam dayanabileceğim. Sakin ol Attilla. En azından yanlız ölmeyeceksin. Frank kırbacı durmadan vurup durarken ağzımı açmamaya çalışıyordum. Askerlerin gülüş sesleri o kadar sinirime gidiyordu ki... Bağırarak gülmeleri ve bedenime istedikleri gibi hasar vermeleri... Frank, " Drew sen yap hadi." Drew'de ise et kesme aleti vardı. Et kesme aleti bir makas gibiydi. Etini küçük şekilde kesiyordu. Drew gülerken gelirken, bende çırpınmaya başlamıştım. "Görüyor musunuz? Nasılda çırpınıyor." Drew, etimi kesince bağırdığımda herkes gene gülmüştü. "Ah, sizi fareler. Sizi geberticeğim!" Askerler beni bir hiçmişim gibi bakarken bir kaç dakikalığına gözümü kapattım. "Kaos ne hoş değil mi Attilla?"
Evet, hoştu. Gözümü geri açtığımda, "K-komutanın! Gözü! Gözü siyah oldu!" Drew elinde ki işkence aletini yere düşürüp hapisten çıkınca Frank hemen hapishaneye kilitledi. "Ne oluyor lan? Silahlarınızı hazırlayın!" Kıkırdayarak güldüm. "İşe yarar mı sandınız?!" Kontrolü onlara vermiştim...

Devam edecek...

Karanlığın AcimesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin