ÖLÜME YAKIN

15 4 2
                                    

Tahta merdivenlere yavaşça çıkmaya başladım. Ne zaman duyurdular ki? "Millie'nın şeytanı bu! Büyük babam öldü senin yüzünden! Geber burada!" Beni tanımadılar mı? Platforma çıktığımda Luna ve Açelya omuzlarından tutarak diz çöktürdüler. Luna, "Kartos halkı, gördünüz üzere Taşıyıcı, bugün kralın ani emri idam edilecektir. Askerlerimizin kayıpları malesef kırkın üzerinde." Herkesten şaşırma sesi çıkmıştı. Açelya, başımı eğirdirdi. Eli titriyordu. "Aman Tanrım, Attilla!" Başımı kaldırdığım da bana annem gibi bakan Emilya'yı gördüm ama annem de bana böyle mi bakıyordu ki? "Ah! Yavrum! Bırakın oğlumu!" Koşarak merdivenlere çıkacakken askerler onu durdu. "Senin oğlun bir şeytanmış Emilya!" Halktan hakaretler gelmeye başlayınca Luna bana baktı, "Beni kurtardığın için teşekkürler Attilla." Bir şey demedim. Emilya ise çırpınmaktan başka bir şey yapmıyordu. Tanıdıkların bir azı ağlıyordu. Burada ün yapsanız bile düşman çıkarsınız hemen satılırsınız. "Anna, kızım... Kızım senin yüzünden öldü Şeytan!" Bu Anna'nın annesiydi. Kızıl saçları hep bakımlıydı şimdi ise onu tanımak zor olmuş. "Hadi öldürün de bitsin bu şey." Dedim, Luna belinde ki silahı çıkarttı ve... "Taşıyıcı, sen kanla besleniyorsun. Ölmen imkansız, kanı içtiğin sürece ölmeyeceksin. Kafandan akan kanı içmeye çalış." Yaşıyor muyum? Alkış sesleri... Emilya'nın sesi...
İpi asmayacak mıydı bunlar? Çok az da olsa görebiliyordum. "Kan..." Sessizce dediğim şeyi Luna duymuş olmalıydı. Göğsüme bir tane daha sıkınca, "Ölmedin mi sen?" Açelya, yere çökmüş ağlıyordu. Kafamı yana çevirdim ve kanımı yalamaya çalıştım. Azıcık bir şey bile iyi gelebilirdi belki. "Yaraları iyileşiyor!" Halka baktım, herkes kaçmaya başlamıştı. "Ne? Bu..." Luan da şaşırmıştı. Gövdeme baktığımda yaralarım geçmişti ama siyah lekeler artmıştı. Askerler de mi kaçıyordu? "Komutan Luna! Öleceksiniz buraya gelin!" Açelya da Luna'yı bileğinden tutup koşarak merdivenleri inmeye başladı. Gökyüzüne baktım. "Çok güzel bir hava var." Dedim ve ayağa kalktım. Kimseye zarar vermek istemiyordum. Meydana baktığımda sadece... "Arzu?" Askerler onu zorla götürmeye çalışıyorlardı. İkisinin kafasını parçaladım. Arzu'nun yüzüne kan geldiği halde sıradan birşeymiş gibi önlüğüne sildi ve bana doğru koşmaya başladı. Merdivenlere çıktığında, "İyi misin?" Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Elini tuttum ve, "Benimle gelecek misin?" Dediğim de bir an durdu ama hızlıca kafasını salladı, "Her zaman." Dediğinde merdivenlerden hızlıca indik. Askerler bize vurmaya başladığında tüm askerleri ileriye savurdum. Luna ve Açelya'dan iz yoktu. Suikastçilerde beni öldürmeye çalışsada başarısız oluyordu. "Arkanda!" Arzu'nun demesiyle arkamı döndüm. " Can?" Can çatıdan atlayarak arkamdan bıçaklayacaktı ama yüzüme tokat attı. "Attilla kendine gel!" Beni yere itip üstüme oturarak defalarca yumrukladı. Arzu ise onu çekmeye çalışıyordu. "Nesin sen şeytan yavrusu musun? Hayır sen Attilla'sın! Benim en yakın arkadaşımsın! Şu lânet gözlerini düzelt!" Yumruk atmaya devam ediyordu. Ağlamaya başladık. "Çok zor... Can bırak beni." Kafama kafasıyla vurdu. "Hayır seni lânet olası şey! Şu haline bak." Haklıydı ama, "Biz seni yönetiyoruz." Can durdu. "Sesin..." Tüm taşıyıcıların sesiyle konuşuyordum ama tabii ki de kontrol onlardaydı. "Sizin o lanet olası hakaretlerinizi seviyoruz." Can göz yaşlarını sildi. "Kendine gel!" Beni sallamaya başladı. "Bunların hepsi bizim sayemizde, Millie'nın gücü Attilla'da." Kendi kafamı yere vurmaya başladığımda, Arzu elini yere koyup beni engelledi. Can'da vurup kaçmaya başlamıştık. Şokun etkisinden çıkamayan Can ayağa kalkmaya çalışıyordu. " Buradan sağa döneceğiz ormana çıkıyor bu yol." Arzu tüm hızıyla koşmaya devam ediyordu. Sağa döndük ve on metre ilerimizde olan ormanı gördük. Arkama baktığımda Can'da peşimizden geliyordu. "Savur onu Attilla! Yoksa seni öldürecek!" Hala sadece bakmakla oyalanınıydum. İstemiyordum. "Attilla! Yap şunu!" Elimi kaldırdım ve Can'nı savurdum. Ormana girdiğimizde tahminen  yarım saat boyunca koşmuştuk. Durduğumuzda Arzu çimlerin üstüne yattı. Bende ağacın altına çökerek gövdesine yaslandım. "Teşekkürler. Beni kurtardığın için." Diyen Arzu'ya baktım. Gülümsemekle yetinmiştim. On dakika boyunca sessizce durduk. "Attilla, aslında seninle gelmemin sebebi..." Yanıma geldi. Oda oturup ağaca yaslandı. "Senin öleceğini zannettim ve... Ve seninle gelmem için seni zorlayacaktım. Tek başına olduğunda tuhaf oluyorsun ama sen benden önce davrandın." Ona baktım. "Gerçekten sana aşıkmışım. İlk önce küçük bir şey sandım ama..." Yere bakarak gülümsedi. "Hep gülümsemeni istiyorum Attilla. Sana gülümsemek yakışıyor." O da bana baktı. "Seninle..." Kızarmıştı, "Evlenmek istiyorum..." Çok sessizce söylediği bu sözler beni çok şaşırtmıştı. "Arzu..." Ne diyeceğimi bilememiştim. "Ah, çok salakça bir şey söyledim kusura bakma." Ayağa kalktı, onun bileğinden tutup kucağıma ottutturdum. Arzu bu yaptığıma şaşırmıştı. "Gitme. Neden gidiyorsun? Seni sevmiyorum demedim ki gidiyorsun." Yanakları pembeleşmişti. Yüzünde ki kanları görünce yutkundum. "Attilla..." Açık kahverengi saçlarıyla oynamaya başladım. "Sana zarar verecek biriyle olman kötü bir şey." Belinden tutup onu kendime çektim. "Kafam çok karışık ama biri bana tutulmuşken onu neden bırakayım ki." Belinde ki ellerime baktı. "Sen de korkuyorsun. Ellerin titriyor." Ellerime baktım. Titriyordu. Elimi çekecektim ama Arzu geri beline koydu. "Sorun değil korkabilirsin ama emin ol ki ben senden korkmuyorum." Sevinçle bakan yeşil gözleri doğruyu söylüyordu. Yanağıma öpüp ayağa kalktı. "Şaşkın şaşkın oturacaksan işimiz var. Hadi gidelim. Bildiğim bir yer var." Ayağa kalktım ve Arzu'yu takip etmeye başladım. Gür ağaçların etrafında yirmi dakika yürüdükten sonra bir kulübeye gelmiştik. "Neredeyse ormanda büyüdüm. Buraya küçükken geliyordum. Dedemle yapmıştık burayı."  Kapıyı açtı ve içeriye girdik. Eski sabır yatak, iki tane yıpranmış sandalye ve eski bir kutu vardı. "Bu kutuda yemek olması gerekiyor." Can'la olan konuşmamızı hatırlamak istemediğim için Arzu'yu dinlemek iyi olabilir diye düşünüyordum. Yatağa oturdum. Arzu da elinde bir kaç konserve ile gelmişti. Konserveleri yatağa koydu, kendisine sandalye çekip konserveyi açtı. "Yemiyor musun?" Kafamı salladım, "Sağol tokum. Sen ye." Arzu bir şey demeden yemeye başladı. "Kıyafet var mı acaba?" Arzu yemeği bırakıp önlüğünü çıkardı. "Bununla idare et şimdilik. Atur şehri yakın buraya biliyorsun. Oraya gidelim, eski evime uğrarız." Önlüğü alıp göğüsümü örttüm. "Sana bu yardımları nasıl ödeceğim?" Arzu gülümsedi, "Hayatın benim olsun Attilla," Kapıyı açtı. "Hayatın benim elimde olsun istiyorum. Bunu yaparak ödeyebilirsin." Güneş ışığı yüzüne vuruyordu. Açık kahverengi saçları çok hoş duruyordu. "Ben nehire gideceğim. Sen de gel istersen." Ayağa kalktım, "Hayatımı sana mı vereceğim? Beni böyle etkilemeye devam edeceksen neden olmasın." Dediğim güldü. "Bunu lütfen düşün. Hadi gel." Kapıyı kapatıp Arzu'yu takip etmeye başladım. Göle vardığımızda Arzu hemen yüzünü yıkamaya başladı. Ben de yanına geldim. Eğilip yüzümü yıkadım. "Saçların... bir kısmı koyu lacivert olmuş..." Diyerek bana baktı. Yüzümü yıkamayı bıraktım. Gölde oluşan yansımama baktım. "Millie'nın saçında köyü lacivertdi." Diyen Arzu yansımama baktı. Gözlerimi kapattım ve asla açmak istemedim. Sonsuza kadar... Bu göle düşüp yok olmak... "Kaç gündür uyumuyorsun gözlerin çökmüş." Derin nefes aldım. "Gözüm kapalı olduğu halde çok mu belli?" Gözümü açıp ona baktım. Görevlerde bu kadar yorulmazdım. "İyiysen eski evime gidelim." Kafamı sallayarak ayağa kalktık ve Arzu'nun evine doğru gitmeye başladık. 
            
                             *******

Karanlığın AcimesiWhere stories live. Discover now