•5•

110 22 6
                                    

Genç adamın zihni yavaş yavaş berraklaşırken uzandığı rahatsız yatakta hafifçe kıpırdandı. Yeni yeni kendine geliyordu. Yaşadığı stres kaynaklı baygınlık sonrası başında canını yakacak derecede şiddetli bir ağrı kol geziyordu. Vücudu tüm enerjisini kaybetmişçesine dinginleşmiş ve ağırlaşmıştı. Yorgundu.
Bir kaç dakika kapalı gözleri eşliğinde tamamen kendine gelmeyi bekledi. Ardından birbirine yapışan göz kapaklarını açtı zorlanarak da olsa.

Açmıştı açmasına fakat bulunduğu odadanın parlak ışığı yüzünden geri kapatmak zorunda kalmıştı. Parlaklık acıtacak derecede kamaştırmıştı gözlerini. Tekrardan onları açmayı denedi. Ancak bu sefer yavaş yavaş yapmış, dikkatle aralamıştı göz kapaklarını.

Işığın küçülttüğü gözbebekleri bulunduğu ortama alışarak bir süre sonra normale döndü. Adapte olabilmişti.
Hızlıca bulunduğu hastane odasına bakındığında boğazını sıkan bir el misali kendisini boğan deja vu hissi baş gösterdi. Korkuyla göğüsü daralırken yaptığı ilk şey bacaklarını hareket ettirmeyi denemekti.

Evet, başarmıştı.

Bacaklarının sağlığından emin olduktan sonra buraya, hastane odasına nasıl geldiğine dair zihnini yokladı. Aklına dolan bölük pörçük anlar ise içinde henüz dinmiş korkusunu yeniden alevlendirmişti.

°°°°

Hastanenin kafeteryasından çıkan genç adam elindeki sıcak karton bardağı dikkatlice tutuyor, hedefi olan yere doğru ilerlemeye çalışıyordu. Normalden biraz daha hızlı adımları kat asansörünün önüne geldiğinde metalik tuşa bastı ve asansörü beklemeye başladı.

Çok değil bir kaç dakika sonra küçük bir 'ding' sesi ile asansör kapısı aralanmıştı. Oyalanmadan kabinin içerisine giren Seonghwa, nezaketen küçük bir baş selamı verdi asansördeki bir diğer kişiye.
Selamı aynı şekilde karşılık bulduğunda gitmek istediği katın tuşuna basmak için yönelmişti ki zaten basılı olduğunu gördü. Durdu ve asansörün hareket etmesini bekledi.

Ağır ağır çıkan asansörün kapısı yine bir 'ding' sesi ile aralandığında genç adam, kabinden dışarıya büyük bir adım attı. Sonrasında bulunduğu koridorun sonuna doğru yöneldi.

En uçtaki 1117 nolu odanın kapısının önüne geldiğinde içindeki yersiz heyecanı bastırmak adına derin bir nefes aldı. Heyecandan karnı kasılmış boğazı düğümlenmişti. Emin olun bunun nedeni de hiç bilmiyordu.

"Stres" diye mırıldandı kendi kendine. Evet kesinlikle heyecan değil stresti bu Seonghwa için. Sonuçta her gün yanında biri bayılmıyordu öyle değil mi?

Boşta kalan eliyle kapının soğuk demir tokmağını tuttu ve hafifçe döndürerek kapıyı araladı. İçeri girdiğinde çoktandır aygın olan gençle göz göze gelince şaşırarak gülümsedi hafifçe.

"Uyanmışsın... Kendini nasıl hissediyorsun? Doktoru çağırmamı ister misin? Gerçi o serumun bitince geleceğini söylemişti. Ancak iyi değilsen- Tanrım! Neden ağlıyorsun ağrın mı var? İyi misin?"

Seonghwa'nın ardınca sıraladığı cümleleri karşısındaki gencin ağlamaya başlaması ile telaşlı bir hale evrilmiş, panikleşmişti. Korkarak ağlayan gencin yanına adımladı. Elindeki karton bardağı hemen yatağın başucunda yer alan minik masanın üstüne koydu ve doğrudan yataktaki gence baktı.
"Neyin var? Doktor çağırmalı mıyım?" dedi korkusu artarken.

Tam önünde, 'Dünyanın en güzel gözleri' olarak adlandırabileceği gözlerden tane tane yaş düşüyor, bu da Seonghwa'nın içinde fırtınalar kopmasına sebep oluyordu.

"Ağlamamalı" dedi içinden bir ses.
"Ağlamak ona yakışmıyor"

Seonghwa endişe ile kendisine bakıyorken titrekçe soludu Hongjoong. Kalbinin ezildiğini hissediyordu. Akıttığı her gözyaşı çığlık atarak firar ediyordu sanki. Perişan halde baktı karşısındaki aşık olduğu adama.

"Beni tanımıyor musun?" dedi ilgiye ve sevgiye muhtaç bir yüz ifadesi ile.
"Hayır" dedi büyük olan. Karşısındaki yabancıya baktı garipseyerek.
"Tanımam mı gerekiyor?"

Bir şaşkınlık dalgası çarptı Hongjoong'un kalbinin kıyılarına. Anlam veremedi buna. Nasıl olurdu bu? Nasıl tanımıyordu?

"Beni tanımıyorsun? Neden... Neden numara yapıyorsun Seonghwa?"

"Ne numarası? Seni nasıl tanıyabilirim ki? Hem adımı nereden biliyorsun?" derken bir kaç adım geriye atmıştı Seonghwa. Gözlerini kırpıştırdı ve kaşlarını çattı hemen ardından.

Anlam veremedi bu olana. Hongjoong sessizce ağlarken O düşündü bir süre.

"Yoksa eski müşterilerimden... Organizasyon şirketimizle iş yapmış olma ihtimalin var mı?" dedi merakla. Aklına başka mantıklı bir şey gelmemişti çünkü.

Eskiden çalıştığı ve unuttuğu bir müşterisiydi kesin.

Değil mi?

Alayla güldü Hongjoong bu cümleye. Kaşları hayretle havalanmışken akan yaşları da yavaşlamaya başlanmıştı.

"Evet, evet eski müşterinim."

°°°°

"Eee sonra ne oldu?"

"Doktor geldi çıkış yapabileceğini söyledi. Stresten bayılmış. Durumu iyiymiş. Doktora da bana da teşekkür etti ve toparlanıp gitti." dedi Seonghwa toplantı masasında oturmuş vaziyette.

Yunho düşünceli bir şekilde başını salladı.

"Müşterilerimi kolay kolay unutmam Seonghwa ve emin ol onun gibi birisini hiç hatırlamıyorum... Adı ne demiştin?"

"Kim Hongjoong." diye mırıldandı genç adam başını bir sağa bir sola sallarken.

İsmini doktora söylerken ve kendisi hakkında bilgi verirken öğrenmişti.

Takılmamalıydı belki ancak bu Hongjoong denilen adam fazlasıyla aklını zorluyordu. Zihninde sürekli onun ağlarkenki hali dönüp duruyor, titrek ve zayıf sesi kulaklarında çınlıyordu.

Özellikle de o perişan hali... İçini acıtıyordu.

Ancak aynı zamanda içinde bir korku, bir endişe söz konusuydu. Öyle bir his vardı ki... Tarifi çok zordu.

"Seonghwa, şuna bir bak."

Kendisini dürten kuzeninin sayesinde düşünce dünyasından sıyrılan Seonghwa, Yunho'nun gösterdiği telefona baktı dikkatlice.

Bu... O'ydu.

~•~

Selammmm

Geç oldu biliyorum umarım bu fici hala okuyan ve bekleyenler vardır.

Okuyan ve oylayan herkese çok teşekkür ederim
❤❤

Hatalarım varsa kusura bakmayın
Öpüldünüz

Two Souls | SeongjoongUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum