•12•

148 21 32
                                    

"Siktir, hiçbir şey hatırlamıyorum."

Yorganı hızla üstünden atıp ayaklandığında mırıldanmıştı bu cümleyi. Başındaki giderek artmaya başlayan ağrıyı göz ardı ederek bakındı etrafına telaşla. Zihninde bulanıklaşmış anıları yoklarken hatırlamaya çalıştı dün gece neler olduğunu. Fakat başaramadı. En son restoranda Seonghwa'yla sohbet ettiklerini hatırlıyordu. Buraya nasıl gelmişti hiçbir fikri yoktu. Gözleri bulunduğu odayı taradı hızla.

Bulunduğu yer, her bir köşesini ezbere bildiği o yerdi. Nasıl bilmezdi ki? Haftalarını, aylarını bu odada geçirmişti. Bu odada ağlamıştı, bu odada gülmüştü. Zamanın sildiği bu odadaki anıları, hala hafıza defterinde yazılıydı.

Burası Seonghwa'nın odasıydı.

Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Durdu öylece. Eskiye yaşadığı özlem duygusu, bir anlığına içindeki panik ve endişe duygusunu bastırmıştı. Yüzünde hafif bir tebessüm de oluşmuştu kaybolan anıları anımsarken. Kısa bir süreliğine içi huzur bulmuştu sanki.

"Günaydın."

Aniden duyduğu tanıdık sesle irkilip yerinden sıçrayan ve aynı zamanda minik çığlığıyla evi inleten Hongjoong, şaşkın bakışlarını kapının pervazına yaslanmış, kendisini izleyen Seonghwa'ya yönlendirdi.

Kendisini... İzleyen?

Suratındaki şaşkınlık katbekat artarken yanakları kızardı heyecanla. Kırpıştırdı gözlerini şirin şirin.
"Gü-günaydın?"

Yaslandığı pervazdan dikleşerek bağlantısını kesen Seonghwa, onun bu haline karşı kocaman gülümsedi. Bakışlarında Hongjoong'un anlamlandıramadığı bir duygu dolanıyordu. Farklı bakıyordu büyüğü ona.

"Kahvaltı hazır, kıyafetlerini daha yıkamadım o yüzden karşı dolaptan benim kıyafetlerimden istediklerini giyebilirsin. Hızlıca giyin ve yemeği soğutmadan mutfağa gel. Seni bekliyorum." der demez güzel gülümsemesi eşliğinde oradan uzaklaşan Seonghwa, üstünde sadece iç çamaşırı olduğunu yeni farkeden Hongjoong'u utancıyla baş başa bıraktı ve hazırladığı kahvaltı masasında yerini aldı.

°°°°

"Anlat."

"Emin misin?" diyerek sordu merakla büyük olan. Çok iyi biliyordu ki anlatacağı şeylerden sonra fazlasıyla utanacaktı karşısındaki sevimli adam. Gerçi, utanmış hali daha da sevimli oluyordu ve sanırım Seonghwa onun utanmasını istiyordu?

"Eminim Seonghwa. Anlat artık! Ne kadar rezil olduğumu öğrenmek istiyorum."

Hongjoong'un bunu demesiyle iç çekip elindeki çatalı bırakarak kahvaltısını yarıda kesti genç adam.
Ardından anlatmaya başladı tüm olan biteni.

°°°°

(Flashback)

"Midem bulanıyor... Sanırım kusacağım."

Hongjoong'un boğuk mırıltısı kulaklarına dolduğunda panikle sürdüğü arabayı kenara çekti ve arabasının dörtlülerini yaktı. Oturduğu sürücü koltuğunu bırakıp arabadan inerek Hongjoong'un oturduğu tarafa geçmesi sadece bir kaç saniyesini almıştı ama o bir kaç saniyede olan olmuştu zaten.

Torpidoya doğru midenisini boşaltan Hongjoong, bir yandan öğürüyor diğer yandan ise gözyaşları döküyordu.

Bu görüntü üzerine Seonghwa'nın ağzından istemsizce bir küfür çıkmıştı ama Hongjoong'un sırtını sıvazlayıp yaşlarını silmekten de geri durmadı. Rahatlamasını bekledi kusan genç adamın. Bir yandan da düşündü kendi kendine. Sadece iki kadeh şarap ,hatta birisi yarımdı, nasıl bu hale getirmişti bu adamı? İlk içişi miydi bu yoksa? Kör kütük sarhoş olmuştu bir buçuk kadeh kırmızı şarap sayesinde. Kendisi sevmediğinden içmemişti şarabı ve iyiki de içmemişti.

Two Souls | SeongjoongTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon