7 | kokarca

23 12 5
                                    

Ben buraya taşınalı neredeyse bir hafta oluyordu. Bu süreçte de Oğuz ve ben kıçımızı kollamak için dışarı çıkmıyorduk. 3 gün önce olan şeyden sonra hepimiz diken üstündeydik.

3 gün önce

Yüksel elindeki kolanın sonunu kafasına diktiğinde ben yerde yatıp gülüyordum.  Kendine yenisini doldurmak için şişeye uzandı. Hepimiz bir araya geldiğimizde gerçekten sınırı bilmiyorduk. Birkaç kere komşu kapıya gelip bizi uyarmak zorunda kalmıştı. Oğuz koltuktan yere düşerek yanıma kadar yuvarlandı. Hâlâ gülüyordu. "Konudan sapmayalım. Bunda yapamayacak bir şey yok. Elbette yaparım." dedi Arda.

Ahmet alayla "Hayır. Hayır hayatta yapamazsın." dedi. Arda kendine güvenerek "Gerçekten iddiaya girmek istiyor musunuz? Beş yüz liranızı alırım." dediğinde söze girdim. "Bence bu iddiaya göre beş yüz lira oldukça az. Başka bir şey bulun."

"Pekala. Eğer ben bu kokarcayı Ebrar'ın dolabının içine koyabilirsem siz de lanetli eve gidip odalardan birinde fotoğraf çekeceksiniz. Ne dersiniz?" Ebrar ve Toprak markete abur cubur almaya gitmişken Oğuz ortaya böyle bir fikir atmıştı. Ebrar'ın dolabına kokarca koymak..

"Bence kesinlikle kabul etmeyin yoksa o fotoğrafı çeken kişi polisler olur... Sizin cesetlerinizle." dedi Yüksel. Her zamanki gibi sınırları koruyan kişiydi. Lanetli ev diye bahsettiğimiz yer aslında bir binaydı. Eski bir binaydı ve sağlam olmadığı gerekçesiyle yıllar önce terkedilmişti. Oldukça ürkütücü olmasının sebebi sadece görünüşü değildi. Geçmişindeki acıklı hikayesiydi. İlk yapıldığı sırada oldukça güzel ve sevgi dolu bu binada ne yazık ki zamanla birçok cinayet işlenmiş.

Bir adam altı kızı ve karısını aynı gecede katletmiş. Bunun üzerine oldukça ucuz bir fiyata satılan bu evin yeni sahipleri de kendilerini asmış. Bu binaya taşındıktan sadece birkaç hafta sonra şehri terk etmişler, tek bir şey bile demeden hatta eşyalarını evde bırakarak. Zamanla ev ile ilgili efsaneler çoğalmış. Ve bir efsaneye göre içeride hâlâ o adam yaşıyordu. Binaya girenleri ise öldürüyordu. Aslında bu sadece çocukları o binaya girmekten uzak tutmak için bir uydurmaydı. Eğer bu hikayeyi çocukken duymuş olsaydım korkardım. Ne yazık ki Arda iddiayı kaybedecekti ve bunu yapmamıza gerek kalmayacaktı.

Oğuz elimden tutup beni kaldırdı ve şöminenin yanına doğru çekti. Kolunu omuzuma attı ve hafif eğilir şekilde durduk. Kritiğini yapmamız gerekti. "Ne diyorsun? Kabul edelim mi?" diye sordu. "Bence kesinlikle kabul edelim. Zaten Arda asla o kokarcayı Ebrar'ın dolabına koyamaz. Onda o potansiyel yok."

Arkadan Arda bağırdı. "Hey! Sizi duyuyorum ahmaklar." Arkanızı dönüp gıcık bir gülüş attık ve geri şömineye dönüp aynı pozisyonu aldık.  "Hem zaten kendisi de kokarca gibi kokuyor kendisi girse nolur kokarcayı koysa ne olur." dedi Oğuz. "Ben hâlâ burdayım!"

Oğuz ile el sıkıştık. Bana göz kırptı. Sonra aynı anda Arda'nın yanına yürüdük ve elimizi ona uzattık. "Kabul ediyoruz." 

Ahmet "Bu gerçekten çok eğlenceli olacak." dedi heyecanla. Ebrar'ın kapısının önüne gelince bendeki anahtarla kapıyı açtım. İlk önce Oğuz, arkasından da ben girdim ve koltuğa kendini atan Oğuz'un yanına atladım. Ahmet ve Yüksel'in hemen arkasından elinde bir ayakkabı kutusu olan Arda girdi.

O sırada Ebrar'a onun evine çıktığımıza dair bir mesaj atmıştım. Arda koyup gelene kadar Ebrar ve Toprak gelmişti. "Üstümü değiştirip hemen geliyorum." dedi ve odasına gitti.  Oturduğumuz odada bir ölüm sessizliği vardı. "Yapmasa mıydık?" diyerek endişeyle ayağa kalktığım sırada Ebrar'ın çığlığını duyduk. Arda sanki saklanabilirmiş gibi üstüne koltuğun örtüsünü çekiyordu.  Ebrar sinirli bir şekilde yanımıza geldiğinde Arda'nın getirdiği içinde kokarca kokusu olan ayakkabı kutusunu tutuyordu. "Size inanamıyorum! Bunu kim yaptı!?" bağırırken Arda iyice koltukla bütünleşmişti.

𝐄𝐤𝐬̧𝐢 𝐋𝐢𝐦𝐨𝐧𝐥𝐚𝐫Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin