0.4

1.6K 60 6
                                    


   Medya; Camilla Cabello - Shameless

   İyi okumalar.


   Eric, kapının önünde durmuş bana bakıyordu.

   Küçük bir şokun ardından konuştum.

"Şey... neden geldin?"
    Aslında kaba olmak istemesem de kendimi nasıl ifade edeceğimi bilememiştim. Burada ne işi vardı?
"Geldiğim için üzgünüm, sadece seni merak etmiştim portakal suyu."
"Ben mi? En son Mia'nın dudaklarını sömürüyorsun sanıyordum."
   Sessizce söylediğimi sanıyordum ama o duymuştu.
"Mia mı? O da nereden çıktı?"
"Sizi gördüm. Öpüşüyordunuz."
   Kelimeler ağzımdan zorla çıksa da rahatlamıştım. Aşağı bakıp parmaklarımla oynarken Eric cevap verdi.
"Çok klasik ve saçma bir açıklama biliyorum ama beni öpen oydu. Sarhoştu ve birden üstüme atladı. Sen de o an görmüş olmalısın."
   Cevap vermedim.
"İnan bana, Mia'yla aramda hiçbir şey yok. Hem sen... kıskandın mı?"
"Ne? Hayır. Ben... Sadece..."
   Eric dengelerin değişmesiyle sırıtıyordu.
"Merak. Yani Mia ve senin aranızda bir şey var mı diye arkadaşça yani öyle."
   İnanmadı. Ama tanrıya şükür sorgulamadı da. Ona inanıyordum. Yani inanmak istiyordum. Biraz da olsa rahatlamış hissettim.
"Dün gece olanları duydum."
   Konuşurken birden yanımdan geçip içeri girdi. Etrafa bakındıktan sonra yukarı çıktı. Ona yetişmek için koşarken aceleyle sordum.
"Ne? Kimden? Kimler biliyor ki?"
   Bir şey arar gibiydi.
"Madison söyledi. Endişelenme benden başka bilen yok."
"Madison çenesini tutamadı mı?"
   Madison'a inanamıyordum. Sadece söylemesini istememiştim.
"Ona kızma. Ağzından kaçırınca söylemesi için zorlayan bendim."
"Kızmıyorum, ben sadece- Bir dakika odama giremezsin."
   Eric dediğimi duymazdan gelerek odama girdi. Tüm özelimin ortada olduğu odaya. Gerçek anlamda ortadaydı. Odam fazla dağınıktı.
"Kavga sarhoş olup sızacak kadar kötü müydü?"
   O etrafı inceleyip eşyalarıma dokunurken ben de eşyalarımı onun elinde alıyordum.
"Hayır, sadece... Son zamanlarım hayatımın en güzel zamanları değil."
   Yatağıma oturup ellerini arkaya doğru dayayıp doğrudan bana baktı.
"Özel değilse... Ailen nerede?"
"İki ay önce öldüler. Ben de annemin arkadaşı Samantha'nın yanına taşındım çünkü başka kimsem yok."
   Herkes gibi aynı ifadeyi takınıp aynı şeyleri söylemedi. Bunun yerine kendinden bahsetti.

"Senin adına üzgünüm. Ama bir yandan seni anlayabiliyorum. Yani sanırım. Annem ben bebekken ölmüş. Yani durumumuz aynı sayılmaz ama... Sanırım benziyor."

   İkimizin birbiriyle ilgili önemi şeyleri paylaştığını ve bir nebze de olsa birbirimizi anladığımızı fark ettim. Sanki aramızdaki ilişki bir boyut atlamış gibiydi.
   Kısa bir sessizlikten sonra ilk konuşan bendim.
"Babanla pek anlaşamadığını duydum."
   Oflayarak elleriyle yüzünü ovuşturdu.
"Madison yine çenesini tutamadı öyle değil mi?"
"Belki."
   Herhangi bir duygu göstermeden cevap verdi.
"Babamla birlikte yaşıyorum bu yüzden elbette ters düştüğümüz konular oluyor. Ama ondan nefret etmiyorum."
   Bir süre ikimiz de konuşmadık. Sonra içecek bir şeyler isteyip istemediğini sordum. Pis bir şekilde sırıttı.
"Bir portakal suyu lütfen."
   Gözlerimi devirdim.
"Ciddiyim."
"Ben de."
   Birlikte mutfağa indiğimizde ben tezgahta portakallarla uğraşırken o da yanımda bir şeyler zırvalıyordu.
"Bana neden portakal suyu diyorsun?"
"Çünkü turuncu bir kafan var. Ve portakala benziyor."
"Portakal değil portakal suyu diyorsun? Yani... hayatımda ilk defa birinin bana böyle hitap ettiğini duyuyorum."
   Omuz silkti.
"Portakal suyunu seviyorum."
"Bana portakal suyu demen... garip."
"Hoşlanmıyorsan bir daha demem."
"HAYIR. Yani, garip ama seviyorum."
   Kısa bir an için ikimiz de birbirimize gülümsedik. Gerçekten romantizmle büyülü bir an sanmıştım. Ben ikimiz arasında hissettiğim ama açıklayamadığım bağı ve çekimi düşünürken en azından onun da bizim hakkımızda düşündüğünden emindim. 

Dolunay'ın LanetiWhere stories live. Discover now