Yabancının Notu

34 4 13
                                    

Tılsımı kontrol etmeden duramıyordum. Sürekli istemsizce parmaklarım tılsımın taşlarına dokunuyordu. Her an bir şey olacakmış hissiyle umutsuzca tılsımı sımsıkı tutuyordum.

"Elizabeth sana diyorum!" Annemin sitemkar sesiyle irkildim. Elimi deli gibi çarpan kalbime götürdüm. "Efendim?" diyerek yeşil gözlerine bir kaç saniye baktım. "Bu aralar hiç evden çıkmıyorsun, birlikte dışarı çıkalım mı diyordum." dedi merakla. Annemgilin hiçbir şeyden haberi yoktu, bu durumu onlara söyleyemezdim. "Sen git, ben yorgunum." diyerek her zamanki yalanımı söyledim ve oturduğum yerden kalkıp pencereye yöneldim.

Pencereden gelen soğukluk bende hoş bir hissiyat uyandırmıştı. Ellerimi pencerenin kenarına koyup dışarıyı seyretmeye başladım. Dışarıdaki eski evlerin üzerinde asılı duran açık renk bulutlarla süslenmiş iç açıcı tabloya baktım. Hiçbir endişesi olmayan, oyun oynayan çocuklara bakarken onlara imrendiğimi hissettim. Keşke bende birkaç saatliğinede olsa bütün dertlerimi unutsam diye düşündüm.

Omzuma dokunan ince parmaklarla arkama döndüm. "Bir sorun mu var tatlım, canın sıkkın gibi." dedi annem uçları yukarıya kalkmış kaşlarla. Ona bakıp gülümsedim. "Hayır, yorgunum sadece. Ben odama çıkıyorum, sana iyi eğlenceler." diyerek odama yöneldim.

Bayan Fragile kızının arkasından bakakaldı. Orta yaşlardaki kadın kızı için endişelendi ama onu rahatsız etmemeye karar verdi. Onunla doğru bir zamanda konuşacaktı.

Elizabeth'den:

Yatağımda otururken parmaklarımı yine tılsımda buldum.  İçimdeki endişe bir an olsun azalmıyordu. Öylece oturdukça, bu durumu düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Yine öleceğimin düşüncesi... Bu sefer sadece hayatımı değil ailemide kaybedeceğimin düşüncesi...

Birkaç gün geçmişti, ne düzgün bir şekilde yemek yiyordum ne de düzgün bir şekilde uyuyabiliyordum. Yaşayan bir ölü gibi, yaşadığını hissetmeyen, hiçbir şeyden haz almayan. Annem ve David benimle konuşmaya çalışıyorlardı ama benim aklım bambaşka yerlerdeydi. 

Sanki ölüme adım adım gidiyormuşum gibi hissettim, çaresi olmayan, çok uzun ve ıstıraplı bir yoldu sanki. Bitmek bilmeyen bir çile gibi.

Yatağımda uzanırken kapı açıldı, hemen toparlandım. Bana doğru elinde tepsiyle yaklaşan anneme yorgun gözlerle baktım. Defalarca aç olmadığımı söylesemde anlamıyordu, anlamak istemiyordu.

Tepsiyi yatağımın yanındaki komodine koydu ve yavaşça yatağa oturdu. Derin çizgilerle dolu yüzünde hafif bir gülümseme yayıldı. Gözlerinde anne sevgisi ve şefkati parladı. 

Günlerdir hiçbir şey yiyemez olmuştum. Benim için çok uğraşıyordu. Keşke böyle olmasaydı, keşke daha güzel anılarımız birikebilse.

Yüzüme düşen, birbirine dolanmış kızıl saç tutamlarını yüzümden ayıklaştırdı. Kaşıkla bana çorbadan içirmeye çalıştı ama ağzımı açmadım, hareket bile etmiyordum. Sadece öylece yere bakıyordum. Birkaç saniye endişeli bir şekilde bana baktı. "Elizabeth neden böyle yapıyorsun? Anlat bana, sana yadım etmeye çalışıyorum." dedi ve derin bir şekilde yutkundu. Dolan gözlerini fark ettiğimde kendime lanet ettim.

Soğuk ellerimi tutup kendine doğru çekti. Beni endişeyle süzdü. "Neyin var? Söyle bana, eğer kızacağımdan korkuyorsan korkma ne dersen de kızmayacağım ne olur sadece söyle. Ben senin annenim." dedi yalvaran bir sesle. Dolu gözlerine baktım. O an ona her şeyi anlatmayı çok istedim ama yapamazdım.

Gözlerimden yaşlar süzülünce bana daha çok yaklaşıp sarıldı. Sarılmasına karşılık verdim. Bu sarılmada çok fazla sevgi ve şefkat vardı. Bu sarılma bütün dertlerimi alıp götürdü. Önceki hayatımda hiçbir zaman bulamayacağımı düşündüğüm anne sevgisini, şefkatini verdi.

Ayrıldıktan sonra çorbayı alıp bana içirmeye başladı. O an çok huzurlu hissettim. Şimdiye kadar kimsenin beni elleriyle beslediğini hatırlamıyorum.

"Biz her zaman senin yanındayız, ne olursa olsun. Şimdi bana her şeyi anlat." dedi sıcak bir gülümsemeyle. "Hafızam geri gelmediği için kendimi kötü hissediyorum." dedim, yalandı ama başka bir seçeneğim yoktu. Gözlerime birkaç saniye baktı, sanki inanmamış gibi. "Anladım, peki." dedi. Kesinlikle yalan olduğunu anlamıştı.

Annemle geçirdiğimiz anlardan sonra biraz daha iyiydim. Moralim yerine gelmişti. Güçlü duracaktım, güçlü olmalıydım. Ağlamak hiçbir şey değiştirmiyordu. Yaşayabildiğim kadar hayatın tadını çıkaracak, sevdiklerimle zaman geçirecektim. O rüyayı düşünmeyecektim, o rüyayı düşünmeye devam edersem asla mutlu olamam. Kimse öleceğini hatırlamak istemez sonuçta.

Geçen günlerle annemle daha da yakınlaştık, sanki gerçek bir anne kız gibi... 

Kasabanın ortasındaki dar sokaklardan birinde bulunan eski bir kütüphanede kitaplara bakıyordum. Kitaplara her zaman ilgim olmuştu. Kitaplara bakarken bir kitap dikkatimi çekti. Almak için uzandım ama yetişemedim. Bir elin kitabı almasıyla arkama döndüm. Uzun boylu siyah giyinmiş bir adam kitabı bana uzattı. "Burun hanımefendi." dedi ve esrarengiz bir şekilde gülümsedi. Kitabı alıp teşekkür edip bir masaya geçtim.

Kitabın kapağı oldukça dikkat çekiciydi. Sayfalarına göz gezdirmeye başladım. Kitabı daha sonra okumak için çantama yerleştirirken bir kağıt parçası yere düştü. Eğilip aldım ve güzel el yazısını okumaya başladım.

"... Adrese çarşamba günü gece 12'de yalnız gel."

Anında şaşkınlıkla etrafa baktım. Çok korksamda aynı zamanda çok meraklanmıştım. Bu notu büyük ihtimalle kitabı almama yardım eden adam koymuştu. Alamama da belki bu yüzden yardım etmişti, notu koymak için. Bilmiyordum, sonuç olarak çok meraklanmıştım...


YabancıTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang