O Bina Senin Hayatın

178 1 0
                                    

O an, o binanın en tepesinden, enkazın içinden bir ses duyuyorsun.
Hayal et, o sesi hayal et.
En sevdiğin insanın sesini duyuyorsun orada. Dünyada en sevdiğin insan. Hayal et, kim olduğuna karar ver.
Biliyorum, gözünde bir görüntü, kulağında bir ses canlandı. O ses senden yardım istiyor, o ses sana bana yardım et diye bağırıyor, “Kimse yok mu?” diyor bu dünyada en sevdiğin insan. Acı çekiyor, sana muhtaç. Duvarların arasında, enkazın altında bir yerlerde o ses seni bekliyor.
Her kim geldi aklına bilmem, ama şimdi düşün, ona öyle bir cümleyle cevap vereceksin ki en sevdiğin insanın tüm korkuları son bulacak.
Ona ne dersin? En sevdiğin insana, korkmaması için ne dersin?”
Gözlerimi kıstım. Dünyada en sevdiğim insan, enkaz altında. Benden yardım bekliyor... Gözümde annem canlandı, üzerine yıkılmış bir duvarın altında benden yardım istiyor. Yüzümü buruşturdum, babamı düşündüm.
Insanın sevdiği insanları böyle görmesi, en güçlü sandıklarının en güçsüz hallerini kafasında canlandırması
bile ellerini titretiyor. Hiçbir şey yazamadım. Bu düşünceyi beynimden atmak istercesine sayfada aşağı indim. O an aklıma bir soru takıldı, bir gün bu yazıyı gelecekte okuduğumda bir başkası daha gelecek miydi aklıma? Yoksa ben bu kavanozun içinde yaşamaya devam mı edecektim Telefonumu elime aldım, büyük
bir cesaretle Ege‟ye mesaj yazmaya başladım.
“Merhaba, neler yapıyorsun?” Neler yapıyorsun mu? Yıllar sonra sokakta karźılaştığın ortaokul arkadaşına mı
soruyorsun neler yaptığını Izmir?
“Ege, nasıl oldun?” Nasıl mı oldun? Izmir, çocukla sevgili olup ayrılmadınız. Iki gündür tanışıyorsunuz ve ufacık bir sorun çıktı sadece, sakin ol. Çocuk yasta filan
da değil şu an!
“Ege...” En iyisi bu, yazabildiğim en iyi mesaj bu. Sadece bunu yazıp yollayayım bakıp bakıp ne demek
istemiş diye düşünsün. Sinirle derin bir nefes aldım.
“Ege, özür dilerim. Bak, ben böyle arkadaşlık işlerine alışık değilim. Sen yedi aydır yazdıklarını okuyorum,
bloğunu izliyorum deyince şoka girdim. Yani... aslında sanırım bu ilk defa değer görmemden kaynaklı.
Hayatımda ilk defa biri bana değer veriyor. Ve ben bunun Şoku içindeyim.” Yolladım. Mesaj ekranında beklemeye
başladım. Dakikalarca gözlerimi telefondan ayırmadan baktım ekrana. Stresli, gergin ve telaş içindeydim. Hadi Ege, gir mesaja. Hadi...
Çevrimiçi...
Telaşla mesajdan çıktım ve telefonu kapattım! Ne?
Telefonu neden kapattın salak! Bu muydu yani? Mesaja girdiğini görmek için mesajda dakikalarca bekleyip
mesaja girdiği an mesajdan çıkmak ve telaştan telefonu bile kapatmak, daha harika davranamazdım. Bir camdan
atmadığım kaldı telefonu. Açma tuşuna uzun uzun bastım ve açtım telefonu. Bir yeni bildirim! Heyecanla mesaja
girdim.
“Peter Gabriel — Heroes.” Kaşlarımı çattım, bu da ne böyle? Bana bunu neden yazdı? Şu an hala çevrimiçiydi.
Anlamadığımı anlamasın diye başımı kaldırıp bilgisayar klavyesini kendime yaklaştırdım, hemen Google‟a girip
Peter Gabriel — Heroes yazdım. Bu bir şarkıydı, çıkan ilk linke tıkladım ve şarkıyı açtım. Ait dudağımı ısırdım
temkinli bir şekilde.
“Dinliyorum şarkıyı. Bir şey demeyecek misin? Iyi miyiz? Yani... aramız...”
Çevrimiçi... Yazıyor... Nihayet...
“Birine şarkı yollamak, kulağının duyduğunu onunla paylaşmak iyiyiz demekten çok daha öte. Sorun yok
Izmir. Değer görmeye alışsan iyi olur, çünkü hayatına beni aldın.”
Gülümsedim. Şarkının sözleri kafamda Türkçeye çevrilmeye başladı, “Bir günlüğüne biz de birer kahraman olabiliriz belki. Sadece bir günlüğüne.”
Mesaj yazmaya başladım. “Sözleri harika. Belki bir gün biz de birer kahraman olabiliriz, değil mi?”
Çevrimiçi... Yazıyor...
“Birbirimizin ruhlarını kurtarırsak neden olmasın?”
Kaşlarımı çattım. Ruhlarımız... Değer görmeye bile alışık olmayan bir ruhum vardı benim, evet. Peki onun ruhunun
neyi vardı? içinin hangi parçası hastaydı?
“Ege,” yazdım ve devam ettim, “anlatsana...”
“Anlatayım...” yazdı, ne anlatayım diye sormadan, sormaktan korka korka öylesine bir şeyler anlatmaya başladı ben gözlerim dolu dolu ekrana bakarken.
“Biliyor musun, ilginç bir hobim var.” Merakla bekledim diğer mesajını.
“Canım sıkkın olduğunda hayvanat bahçesine gidiyorum. Bana çok yakında bir hayvanat bahçesi var, etrafımda deniz filan yok, pek yaşamaya uygun bir yerde yaşadığım da söylenemez. Son iki aydır buna alıştım. Çok saçma değil mi? Aslan kafesinin önünde oturdum
bugün iki saat! Bayağı kükredi bana. Siktir git demek istedi sanırım.” Kıkırdamaya başladım. Hayatımda ilk
defa birinden direkt olarak küfür duyuyordum, yani okuyordum. Sanırım buna alışmalıydım, bir erkekle
konuşmak böyle bir şey olsa gerek.
“Kesinlikle onu kastetmiş olmalı! Biri gelip iki saat senin önünde dursa, sana baksa sen ne derdin!”
“Siktir git.” Hemen ekledi. “Yani öyle derdim. Sana demedim.” Gülümseyişim yüzümde büyüdü. Bir kez daha kıkırdadım. Heyecanla mesaj yazmaya başladım.
“Sen Fransa'nın neresinde oturuyorsun ki?”
“Jurques diye bir yer. Allah'ın unuttuğu bir yerdeyim.
Google'da arattığında hayvan resimleri çıkacaktır, başka da bir şey yok zaten. Benim aslanı orada görebilirsin.
Ona bir isim bile verdim.”
“Ciddi misin? Ahaha! Bir dakika bakıyorum, ismi ne bu arada?”
“David. Türkçe isim verirdim, ama Avrupa'daki
yaşamını zorlaştırmak istemedim.” Büyük bir kahkaha attım. Çocuk şu anki halimi görse şoka girerdi, telefona
doğru eğilmişim kahkahalar atıyorum ve yüzüm kıpkırmızı. Hayatımda ilk defa mizaha maruz kalıyor gibiyim. Bu sırada Google‟a Jurques yazdım ve cidden sadece hayvan resimleri çıktı! Amazon‟da mı yaşıyor ne.
Ve aslan! Aslanı gördüm. Hemen mesaj yazmaya başladım.
“David‟i gördüm! Çok hoş bir tipi var. Bekar mı?”
Çevrimiçi... Yazıyor... Gülüyorum...
“Maalesef evli. Karısı hamile, aslında ilk gördüğümde David'i dişi sanmıştım. Yeleleri daha uzundu. Ama değilmiş. Ne gereksiz bir bilgi verdim değil mi?” Anında yazmaya devam etti. “Biraz bekler misin? Ben yemek
yiyip geleceğim.” Başımı salladım telefona doğru. Mesaja başımı salladım, evet.
“Tamamdır. Ben buralardayım.”
Çevrimiçi... Yazıyor...
“Hep buralarda ol Izmir.” Gülümsedim. Delirmek üzereyim, ilgi delisi oldum. Çocuğa sürekli güzel şeyler
yazmak istiyorum. Kafayı yemem umarım sırf hayatıma biri girdi diye. Telefonun ekranını kapatıp masaya
koydum. Tumblr'a girdim, tam sayfada aşağı iniyordum ki mesaj kutusunun üzerindeki “1” yazısı gözüme çarptı.
Kaşlarımı çatarak tıkladım, Ege buradan da mesaj atmış olabilir miydi? Mesaj kutusu açıldığında kaşlarım daha çok çatıldı. Bir başkasından mesaj gelmişti.
Kimden: uranustenkacan
Kime: benegeninincisi
Merhaba Izmir, ben Koray. Şimdi diyeceksin ki sen kimsin Koray. Şöyle ki hemen konuya gireyim ben. Ben
üç yıldır bu sitenin kullanıcılarındanım. Ve aklımda bir
Whatsapp grubu kurma fikri vardı uzun zamandır. Ama öyle yirmi otuz kişilik altın günleri gibi karmakarışık bir konuşma grubu değil. Beş altı kişilik, tanışacağımız ve haftanın sadece belli günlerinde güzel paylaşımlar yapacağımız bir grup. Bu sitede paylaşımlarını en sevdiğim üç insana yazdım, sen de dörtsün. Onlar kabul etti, az önce grubu açtık. Eğer kabul edersen ve eh, yalnızlıktan artık bıktıysan sizi de bekleriz Eğenin incisi
Hanım!Ne dersin?
Ne oluyor, evren benim yalnızlığımı bitirmeye mi karar verdi? Insan akınına uğruyorum. Internet aleminin en popüler kızına döndüm! Ama reddetmek istemiyorum, ben artık binleriyle konuşmak istiyorum, anlatmak, çekinmeden yazmak istiyorum hayatımı... “Günaydın!”
demek istiyorum onlara, “Iyi geceler.” Ve aklımda tüm bunlardan çok daha güzel bir şey var. Hevesle yazmaya
başladım.
Kimden: benegeninincisi
Kime: uranustenkacan
Merhaba kabul ederim tabii ki. Ama bir şartla. Ben bir arkadaşımı daha getirmek istiyorum gruba. Altı kişi
olsak bir sorun olur mu?
Kimden: uranustenkacan
Kime: benegeninincisi
Olalım bakalım, altıdan fazla almam diyordum senin arkadaşınla kapatalım üyeliği. Haftada sadece iki gün
konuşacağız, böyle bir kuralımız var kendimizde büyük bir sorumluluk hissetmeyelim diye. Ben Koray. Diğer
arkadaşlarım Ateş, Doruk ve Merveyle de tanışırsın. Seni ve arkadaşını da ekliyorum. Arkadaşının kullanıcı adını ve telefonlarınızı verebilir misin?
Tereddütle baktım ekrana. Vermeli miydim telefonlarımızı? Yani Ege'nin telefonunu, ona sormadan vermeli miydim? Hala açık olan, tekrar tekrar çalan Ege'nin attığı şarkının sözleri bir kez daha Türkçeye çevrildi kafamda, “Bir günlüğüne biz de birer kahraman olabiliriz belki. Sadece bir günlüğüne.” Sonra Ege‟nin bana kurduğu cümle, “Birbirimizin ruhlarını kurtarırsak
neden olmasın?” Ruhunu kurtaracaktım. Onu bu yalnızlıktan azat edecektim, onu mutlu edecektim, onun kahramanı ben olacaktım.
Kimden: benegeninincisi
Kime: uranustenkacan
Ben Izmir, arkadaşım Ege. Kullanıcı adı gelmemeyegidenadam ve telefon numaralarımız...
Güzel olan her şey bir anda olurdu. Hep derler, güzel şeyler asla bekletmezdi insanı. Benim hayatım, Ege'nin hayatı, bizim hayatımız bir anda iyi olacaktı. Ruhlarımız
bir anda iyileşecekti ve ben emindim, ruhlarımızın ilacı birbirimiz olacaktı. Telefonumdan gelen bildirimle
kaşlarımı çattım, bildirimi okuduğum an yeni hayatıma hoş geldiğimi fısıldadım kendime.
“Bizim Küçük Gezegenimiz adlı grubuna eklendiniz.”
Fırtına dinmiş, sular çekilmiş, güneş açmış, kurumuş şövalye. "Bu hep köyledir ” diye düşünmüş, "fırtına gelir jırtına diner.
Sular gelir sular gider. Güneş batar güneş açar. ”
Hayatımızın da fırtınası bir gün diner, elbet bir gün gi'meş açar, elbet birgün kurur içimiz. Öylesine bir basma, bir başka dağın tepesinde bulmuş kendini şövalye. Zar zor ayağa kalkmış, başını kaldırmış... Yıldızına ulaşmak için aşması gereken üç dağ kaldığını görmüş, hafifçe gülümsemiş. "Ey bulutlar ” demiş, "sevdiğime yaklaşmamın yolu sürüklenmek miydi? Insan ancak kendini mahvederse mi bulur sevdiğini?"
Sevgili günlük...
O gün, bana
"Sinemaya gidelim mi?"
Kilometrelerce öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan...
Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkansız olduğunu bile bile
“Sinemaya gidelim mi?” dedi...

LÜTFEN BÖLÜMLERE OY VERMEYI VE YORUM YAPMAYI UNUYMAYIN! ❤

3391 KilometreWhere stories live. Discover now