Sinemaya Gidelim Mi?

144 2 1
                                    

Grup kurallarımızdan biri, haftada sadece iki gün grupta konuşmak. Tabii onun dışında da ufak tefek şeyler
atıyoruz birbirimize, ama kurala uyacağımıza söz verdik.
Hayatımızın sorumluluğu haline gelmesin diye, normal hayatlarımıza da devam edelim diye birbirimize ayıracak 2 günümüz olmasına karar verdik. Oysa 10 gün boyunca Ege‟yle her gün konuştuk! Sabah kalkar kalkmaz yazdığım ilk insan oydu, gece uyurken yazdığım son insan da oydu. Birbirimize yaşadığımız her şeyi
anlatmaya başladık, yediğimiz yiyecekleri, dinlediğimiz müzikleri, hatta dün ona yürüdüğüm kaldırımın resmini attım. Ve bana neden diye sormadı. Çok garip, öyle garip bir durumdayız ki... Hayatımın her anını ona anlatmak, onunla paylaşmak istiyorum. Az önce dolabımın kulpu
çıktı. Ve ben bunu bile ona anlatmak istedim.
“Dolabımın kulpu çıktı!” Yazdım ve gülümseyerek yolladım.
Çevrimiçi... Yazıyor...
“Seninle yan yana gelmekten korkmaya başladım Izmir. Dün de odandaki pencerenin kolunu çıkardığını söylemiştin.” Büyük bir kahkaha attım!
“Ama o yanlışlıkla olmuştu!”
Çevrimiçi... Yazıyor...
“Dolabın kulpunu bilerek mi çıkardın?” Hemen sonra ekledi, “Sakın cevap verme, bilerek yapmış olma
ihtimalini öğrenmek istemiyorum.” şu yüzümdeki gülümseme, öyle parlak ki...
10 gündür böyleyim, yüzüm hep böyle. Onunla mesajlaşırken hep gülümsüyorum ve buna engel olamıyorum. Yazdığı her cümle beni güldürüyor.
“Eee,” yazdım, “ne yapıyorsun şu an?”
“Hafta sonu Paris‟e gideceğim. Yeni bir filmin ilk gösterimi olacakmış.” Sonra mesajına anında ekledi,
“Izmir, sinemaya gidelim mi?” O an gülüşüm yüzümde dondu. Kalbim öyle büyük bir umut hissetti ki gözlerimin
doluşuna şahit oldum. Bu anı günlüğüme yazacaktım.
“Sevgili günlük,” diye başlayacaktım söze... “O gün, bana „Sinemaya gidelim mi?‟ diye sordu. Kilometrelerce
öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkansız olduğunu bile bile „Sinemaya gidelim mi?‟ dedi...”
Yutkundum. Ege çevrimiçiydi ve benim mesajına cevap vermemi bekliyordu. Burnumu çektim, derin bir iç çekip yazmaya başladım.
“Olur, hangi film?” Ekranın karşısında gülümsediğine emindim. Elimi telefonun içine sokup yüzüne dokunmak istiyordum.
“Fantastic Beats And Where To Find Them. Hiç duydun mu?” “Duymaz mıyım! Büyük bir Harry Potter
hayranına söylüyorsun bunu. Saat kaç gibi Paris‟te olayım sayın Ömer Ege Zorlu?” “Cumartesi saat 3 gibi,
Allocine önünde buluşalım.”
Yüzümü buruşturdum. “Tamam!” Yazdım, “Uçağa atlar gelirim. Allacina önünde olacağım.”
“Hahaha,” yazdı, “Allocine, allocine değil.” Gülmeye başladım. “Ege! Yazdığın iki kelime aynı, fark ettin mi? Yanlış yazmaya çalışırken bile doğru yazdın!”
“Fransızcam iyidir.” Yazdı ve bir de göz kırpma işareti yolladı!
“Eh, bizim bir Fransızca öğretenimiz yok ki.”
“Madem öyle, yarından itibaren sana ufak tefek Fransızca aşılamaya başlıyorum. Eh, buraya geldiğinde
lazım olacak.”
Kaşlarımı çattım. “Oraya geldiğimde mi?” Hemen sonra şakayı anlayıp bir mesaj daha attım, “Heh! Sen sinema şakasından bahsediyorsun. Ehe, evet lazım olacak.”
“Hayır. Sinema şakasından değil. Ben gerçekten bahsediyorum...” Ben şaşkınlıkla mesajını okurken ikinci
mesajını attı, “Seni bir gün ayaklarıma getireceğim İzmir. Yaz bunu bir kenara.” Kalbimin deli gibi attığını hissediyordum. Cevap verecek halde değildim. Bunun hayali bile o kadar güzeldi ki kalbim duracaktı neredeyse... Ben cevap yazamayıp mal mal ekrana
baktığım sırada Ege yazmaya başladı.
“Eee, sen ne yapıyorsun?” Mal mal ekrana bakıyorum Ege.
“Ben mi? Ben de bilgisayar başındayım. Müzik dinliyorum.”
“Hangi şarkı?”
“Türkçe sever misin sen? Türkçe dinliyorum.”
“Ben her dilde şarkı severim. Hangisi?”
“Son Feci Bisiklet Bikinisinde Astronomi. Sözlerine dikkat et, çok güzel.”
“Tamam. Açıyorum.”
O sırada hoparlörümün sesini açtım, tam da “Sıkılırsan güneşten, gece oluruz erkenden.” kısmındaydım şarkının, en güzel kısmında.
“Off...” yazdım, “Keşke hep gece olsa. Gündüzleri hiç sevmiyorum.” Ege tekrar mesaja girdi. Ufak bir
beklemeden sonra yazmaya başladı.
“Sıkılırsan güneşten, gece oluruz erkenden... Sen istersen.” Kalbim bir kez daha teklerken Ege bir mesaj
daha attı, “Güzel söz. Şarkı harikaymış, sözleri çok daha harikaymış.”
Gözlerim hayranlıkla mesajlarına bakarken parmaklarımı Ege‟nin mesajlarının üzerinde gezdirdim.
Tanrım, geldiğim hale bakın, birinin bana attığı mesajları okşuyordum. Ona karşı içimde başlayan hisler büyük
Şeyler değildi, ama büyük olan bir şey vardı. Ben her geçen gün Ege‟ye hayran oluyordum. Daha fazla ve daha fazla... Ömer Ege Zorlu hayranlığım, vücudumda bir hücre gibi büyümeye başlamıştı, çok yakında kalbimin
yerini alacak kadar büyümemesini umuyordum. Çünkü bildiğim bir şey vardı, ben ona giden bu mesafeleri
aşamazdım.
“Izmir. Sana bir şey söyleyeceğim.” Kaşlarımı çattım.
“Söyle Ege.” Yazdım. Bir süre “Çevrimiçi"yazısı sabit kaldı. Sonra tereddüt edermiş gibi yazmaya başladı tekrar.
“Ben... senin sesini duymak istiyorum artık. 10 gündür konuşuyoruz, mesajlaşıyoruz. Ve artık bana bu cümleleri yazan sesi merak ediyorum.” Yutkundum. O an içimi büyük bir korku kapladı. Sanki binlerce kişinin önünde sahneye çıkacak gibiydim. Hiçbir şey yazmadım. Dakikalarca ekrana baktım öyle. Sonra Ege devam etti.
“Akşam seni arayacağım. Tamam?” Bekledim, bekledim, bekledim... Alt dudağım ısırılmaktan paramparça olacaktı. Ve en sonunda büyük bir cesaretle yazdım.
“Tamam Ege. Akşam ara.” Derin bir nefes aldım. Başkaları için çok küçük bir olay gibi görünen bu telefon
konuşması benim için en riskli ameliyattan daha korkunçtu. Korkuyordum. Sesimi duymasından, sesimin titremesinden, doğru düzgün cümleler kuramamaktan.
Ama en kötüsü, sesini duyduğum an ona aşık olmaktan korkuyordum. Ama kaçış yoktu, bu akşam ilk telefon
konuşmamızı yapacaktık. Bu akşam, onun sesiyle tanışacaktım...
Şövalye, yıldızına giden yolun on beşinci gününde bir atlıyla karşılaşmış. Atlı şövalyeyi görür görmez atını
durdurmuş, inmiş aşağı. “Şövalye1” demiş, “Ben karşı dağdan geliyorum. Sevdiğime gidiyorum. Atım yol
üzerinde sakatlandı. Beni ancak bir gün daha götürür.
Oysa benim yolum en az on günlük. Üç dağ ötede bir at gördüm, başıboş. Oraya gidecek kestirme bir yol bilir misin?” Şövalye başını çevirmiş, üç dağ öteye bakmış.
Kızıl ağaçlarla kaplı o dağ, yıldızına ulaşmak için atını feda ettiği, terk edip gittiği dağmış. Şimdi karşısında bir
adam, ona onun atına ulaşmak için kısa bir yol soruyormuş. “Bu aşk için yaptıklarım... ” diye düşünmüş
içinden, “görmediğim bir yıldıza ulaşmak için feda ettiklerim... Yurdum, evim, atım... ” Devam edememiş
cümlesine. Öyle çok istiyormuş ki hiç görmediği o yıldızı görmeyi, neyi var neyi yoksa bırakmış gitmiş. Ve
eminmiş, neyi kaldıysa onu da bırakır gidermiş
“Ben kısa yol bilmem. ” demiş, “O atı istiyorsan yürüyeceksin günlerce. Yağmur yağacak ıslanacaksın,
bacakların ağrıyacak, susuz kalacaksın, üşüyeceksin, terleyeceksin. Kestirmesi olsa her yolun, anlamı kalır mı
kavuşmanın?” Çünkü biliyormuş şövalye, bu atlının sevdiğini de atı da yıldızıda güzel yapan uzakta
olmalarıymış.
Uzakta olan güzel olmasaydı bu kadar, bakar mıydı gözler bu kadar uzağa? insan öyle bir yaratılmış ki,gözleri en uzağı, gökyüzünü bile görüyor. Çünkü güzel olan uzak olandır, her daim ve daima...
Onun sessizliği,
Sürükleniş Dönemi
Ben Seni..
Sana Aşığını
Gri Sıkıcı Bariyer
Sinemaya Gidiyoruz!
Ege Sözü
Onun sessizliği, yüz binlerce insanın cümlesinden daha güzeldi.

LÜTFEN BÖLÜMLERE OY VERMEYI VE YORUM YAPMAYI UNUYMAYIN! ❤

3391 KilometreWhere stories live. Discover now