Benim Yerim

149 3 0
                                    

Bu kızı, o trene bindireceğim.
Saatlerdir Ege‟yle mesajlaşmaya devam ediyoruz. Birbirimize şarkılar atıyoruz, odamın içinde delirmiş gibi
mesajlarına gülüp duruyorum. Saatler ilerleyip akşama yaklaştıkça içimdeki korkunun büyüdüğünü hissettim,
çünkü saaderin ilerlemesi, havanın kararması onun beni arayacağı saate yaklaştığımızı gösteriyordu. Sesimi
duyacaktı, sesini duyacaktım. Hayatımda ilk defa deliler gibi merak ettiğim bir ses tonuna şahit olacaktı
kulaklarım. Sesi nasıldı acaba? Kalın mıydı, ince miydi? Nasıl gülüyordu? Gülüşü nasıldı? Kıkırdıyor muydu,
yoksa tok bir kahkaha mı atıyordu, kadife sesine mi benziyordu gülüşü mesela? Ismimi nasıl söylerdi? Nasıl
Izmir derdi?
Telefonu yatağıma bırakıp ayağa kalktım. Ağır ağır yürüdüm odamın içinde. Aynanın karşısına geçtim.
Kendime baktım, sanki birazdan Ege'yle buluşacakmışım gibi. Altıma giydiğim siyah taytım, gri panduflarım,
üzerimdeki KISSES yazılı siyah tişörtüm, toplanmış kumral saçlarım, sersefil halime baktım öylece...
Gözlerim aynadaki gözlerimle buluştu. “Acaba bir gün beni sevecek mi?” diye düşündüm gözlerim gözlerimde.
Kendimi bir deprem ardında darmadağınık olmuş bir odaya benzetiyordum, bu dağınıklığı sever miydi bir gün? Öylesine özgüvensizdim ki aynaya her baktığımda moralim bozularak ayrılıyordum aynanın karşısından. Sıkıntılı bir nefes vererek, yatağıma doğru ilerledim. Titremeye başlayan telefonumu elime aldığımda ben de titriyordum. Ekrandaki “Gelmemeye Giden Adam Arıyor” yazısı bu telefonda bu zamana kadar gördüğüm en unutamayacağım görüntüydü.
Derin bir nefes aldım. Telefonu açmadan önce deneme yaptım, “Alo! Alo... Alo... Kötü alo diyorum bu ne ya!
Alo! Ege, merhaba. Selam Ege. Alo... Heey, merhaba, naber? Selam Ege, alo...” Telefonun titremesi ellerim
arasında durduğunda korkuyla telefona baktım. Arama durdu! Hemen mesajlara girdim, çevrimiçiydi. Ne
yazacaktım? Ne yazabilirdim, “Ege ya ben telefona cevap vermeden önce söyleyeceklerimin provasını yapıyordum da yetişemedim. Bir yarım saat beklersen provam bitince ben seni ararım” mı? Büyük bir cesaretle mesaj yazmak yerine arama tuşuna bastım. Ben onu arıyordum şimdi! Kalbim pır pır çarparken Ege üçüncü çalışında açtı telefonu.
Sessizlik.
Konuşmuyor, ben de konuşmuyorum.
“Alo...” Kalbim durdu. Kalbim durdu! Yemin ederim kalbim durdu! Kalbim çalışmıyor, kalbim atmıyor. Bana
“Alo...” dedi! Sesi... sesi çok güzel.
“Izmir, orada mısın?” Değilim, ben buradan çok uzaklaştım. Iyi değilim, burada değilim. Kendimegelmem lazım. Heyecandan öleceğim. Sanki sesim bile berbatmış gibi geliyor, konuşmak istemiyorum. Cevap vermek istemiyorum. Ne yapacağım? Yüzüne kapatıp hadarda sorun var sanırım mı demeliyim?
“Izmir...” Tamam, sakin ol. Sakin ol, sen buradasın ve bu yaşanıyor Izmir. Sen buradasın ve bu yaşanıyor. Sakin
ol, kendini akışına bırak. Nehre girdin, boğulmak istemiyorsan yüzeceksin.
“Ege...” diye mırıldandım kesik kesik. Tir tir titreyen sesim onu hafifçe güldürürken dizlerimin üstüne çöktüm. Yerde halının üzerinde dizlerimin üstünde oturuyorum şu an. Sesi öyle karakteristik ki tipini bile tahmin
edebiliyorum. Olgun bir sesi var, kalın, gülüşü çok tatlı.
O an garip bir şey oldu, nefes aldım, nefes verdim. O da nefes aldı, nefes verdi. Birkaç dakika öylece sustuk
telefonda. Onunla konuşmaktan daha güzeldi belki de onunla susmak. Telefonun karşısında olduğunu
biliyordum, telefonun karşısında olduğumu biliyordu. Ama ne o bir cümle kuruyordu ne ben. Öylece
birbirimizin sessizliğini dinliyorduk. Onun sessizliği, yüz binlerce insanın cümlelerinden daha güzeldi. Sonra
birden bozdu sessizliği. “Naber?” diye mırıldandı,
“Bayağıdır mesajlaşmıyoruz, yaklaşık üç dakikadır. Ben de arayayım dedim.” Kıkırdamaya başladım ama yüzümü
görmeniz lazım o kadar zor durumdayım ki acı çekiyor gibiyim. Her an gülerken ağlayabilirim.
“Ahaha evet...” dedim gülüşümün arasından. Bu ne şimdi? Çocuk espri yaptı, konuşmaya çalışıyor seninle ve
verdiğin cevap bu mu yani?Bulabildiğin cevap bu mu?
Sen evrende yaratılmış en üstün ırka yani insan ırkına dahilsin ve bulabildiğin tek cevap bu mu?
“Senin... sesin mi titriyor?” Allah‟ım, yardım et bana. Lütfen birkaç dakikalığına çok rahat bir Izmir olarak konuşayım onunla. Yalvarıyorum sana.
“Bilmiyorum... bana bir şey oldu... çok heyecanlıyım şu an...
“Açıkçası, şu an ben de pek sakin sayılmam... Telefonu ilk açtığında sakindim, basit bir telefon konuşması olacak gibi geliyordu. Ama şimdi, cümle kurduğun an kalbim hızlandı sanki.” Yutkundum. Bu söylediği gerçek olabilir miydi? Bir insanın kalbi benim konuşmamla hızlanabilir miydi?
“Çok garip...” dedi kendi kendine düşünür gibi, “Ilk defa böyle bir şey hissediyorum...”
Sessizlik. Yine dakikalarca bir sessizlik girdi araya. Söylediği cümle kalbime o kadar dokunmuştu ki kalbim hiç bu kadar güzel bir ruhla karşılaşmamış gibiydi. Sesi çok güzeldi, söyledikleri çok güzeldi. Hayatımda ilk defa
biriyle konuşmak özgüvenimi düşürmek yerine mutlu etmişti beni. Hayatımda ilk defa bir insan tarafından mutlu edilmiştim.
“Ege,” diye mırıldandım, “hadi buluşalım.” Gülmeye başladı, ben de gülmeye başladım.
“Tamam, Kordonda bekle beni. Hazırlanıp çıkıyorum.”
“Ah, Kordon tabii! Izmir‟e dair bilinen tek yer. Hiç geldin mi buraya?” Çok garip, ilk defa biriyle bu kadar
rahat konuşuyordum.
“Hiç gelmedim. Hayatım Istanbul‟da geçti, sonra Fransa... Türkiye‟de de çok gezdiğim söylenemez. Bildiğim tek şehir Istanbul.”
“Bunu adı Izmir olan biriyle konuşurken söylüyorsun.”
Güldü.

LÜTFEN BÖLÜMLERE OY VERMEYI VE YORUM YAPMAYI UNUYMAYIN!

3391 KilometreWhere stories live. Discover now