Tanıtım 1-Kehanet

61 21 58
                                    

Eski zamanların derinliklerinde, gökyüzünün tanrıları topraklarının üzerindeki en muhteşem krallığa bir kehanette bulundular.

"En değerli varlığınız olan yeni doğacak çocuğunuzu bizlere sunacaksınız."

Bu ilahi sözler karşısında titreyen krallık, doğacak çocuk için altınların en safıyla bir saray inşa etmeye karar verdi.

İnşa ettikleri bu saray, altın damarlarının en derinlerinden çıkan madenlerle şekillendirildi. Her bir tuğlası, altınların en parlak tonlarıyla titizlikle işlendi. Sarayın içerisi, dünyanın dört bir yanından toplanan en değerli mücevherlerle süslenmişti. Her bir taş, ışığı farklı bir açıdan yansıtıyor ve sarayın içerisini renk cümbüşüne çeviriyordu.

Sarayın içindeki taht odası ise sarayın kalbi olarak dilden dile düşüyordu. Bu oda, sarayın diğer tüm odalarından daha büyük ve görkemliydi. Doğacak çocuğun tüm ihtişamı ile oturması için özellikle inşa edilmiş bir alandı burası. Odanın merkezinde, altın suyuyla parlaklık kazandırılmış bir taht yükseliyordu.

Taht, asil bir aslanın sırtına benziyordu, geniş ve görkemli. Her bir ayrıntısı o kadar kusursuzdu ki, sanki Tanrıların eli özellikle o tahta değip ayrı bir kutsallık katmış gibiydi. Tahtın yüzeyi, altın suyuyla öyle bir parlaklık kazanmıştı ki, ışığı her açıdan yansıtıyor ve odanın her köşesini aydınlatıyordu. Tahtın arkasındaki yüksek sırtlık, krallığın sembolü olan güçlü bir kartalın kanatları şeklinde işlenmişti. Kanatların uçları, tahtın iki yanına uzanıyordu.

Tahtın oturma bölümü, yumuşak kadife ile kaplıydı, bu da altının sertliğine rahat bir kontrast oluşturuyordu. Kadife üzerine işlenmiş detaylar, tahtın genel görünümüne daha da zenginlik katıyordu.

Tahta ulaşmak için basamakları aşmak gerekiyordu. Özellikle kral, bu tahtı kendi tahtından bile yüksekte yapmıştı. Bu yüzden hafif aralıklarla birbirinden ayrılmış bu basamakları aşmak zaman alıyordu.

Odanın tavanının her bir köşesinden ince altın damlaları süzülüyor ve yerdeki altın havuzunda birikiyordu. Damlaların çıkardığı hafif çınlama sesi, odanın içinde yankılanıyor ve adeta bir melodi oluşturuyordu.

Odanın duvarları da altından yapılmıştı ve üzerlerinde karmaşık motifler işlenmişti. Motifler, tanrıların kehanetini ve krallığın tarihini anlatıyordu. Duvarlardan bazı noktalardan saf gümüşten oluşan bir sıvı akıyordu. Bu gümüş sıvı, altın damlalarının yanında fazlasıyla belirgindi.

Kral, kraliçenin içinde filizlenen tohum için halkına ziyafetler sundu. Kraliçenin içine çektiği nefes kadar altınlar dağıtıp kutlama yaptılar. Bu coşkulu kutlamalar ve altın yağmuru tam dokuz ay boyunca devam etti. Her gün, krallığın dört bir yanındaki insanlar, gelecek vaat eden yeni hayatın heyecanını ve sevincini paylaşıyorlardı.

Doğacak çocuk, her bir canlı için bir umut idi. Krallığın dışındaki varlıklar bile göktekilerin kehanetinin gerçekleşeceği günü sabırsızlıkla bekliyordu.

Sonunda, o kutlu gün geldi. Kraliçenin sancıları tuttuğu vakit tüm krallığı bir sessizlik kapladı; herkes bu olağanüstü durumu sessiz sedasız dua ederek geçiriyordu.

Taht odasının ortasında bekleyen kral ve yandaşçıları, gelecek vaat eden çocuğun doğumunu ayrı bir heyecanla bekliyor, ve bu bekleyiş, taht odasının her köşesinde hissediliyordu. Zaman geçtikçe kralın korkusu büyüdü. Kraliçenin çığlıkları ve bağırışları taht odasından bile duyuluyor, ve bu kralı oldukça tedirgin ediyordu.

Ya bir şey olursa?
Ya çocuğa bir şey olursa?

Hepsinin aklından bu geçiyordu. Göktekilerin motifleri çizilmiş alanda duran rahip ellerini açmış, dualarını kısık sesle mırıldanırken kral kafasını iki yana salladı. Göktekiler o çocuğu korurdu değil mi? Tabii ki de korurlardı, kehanet verilmişti ama bize verirsiniz derken bu ölüm mü içeriyordu?

Ayın Varlığı Güneşin SonuWhere stories live. Discover now