Geç pişmanlık bir işe yaramaz

25 14 20
                                    

100 yıl sonra Ravindra

Taht odasında tüm sarhoşluğu ile günleri geçirmek, artık Ravindra için normal bir aktiviteye dönüşmüştü.

Sabahın ilk güneşinde gözlerini açıyor, sağına soluna bakıp rahat yatağından kalkıp hiç üstüne çeki düzen vermeden odasından çıkıp boş koridorda yürüyordu.

Nereye gideceğini, sabahın körü bu sessizlikle ne yapacağını bilmiyordu; tek yaptığı şey, bir önceki günün attığı adımları tekrar bugün izlemekti. Koridordan geçip gözlerini kıstı. Güneş, uzun camdan gözüktüğü kadar yine en tepede yükseliyordu, ama hala sarayı kaplamamıştı. Mutlu olduğumu hissetmediğim ana kadar da yükselmeyecekti.

Daha karanlık yerlere daldım. Koridordan koridora geçiyorum, arada açık alan sütunlarla çevrilmiş yüksek bir yerden geçip duruyordum. Sarayın öteki tarafı, harbi öteye yapılmıştı. Memnuniyetsiz bir şekilde ağzımdan birkaç homurtu kaçtı.

Yere kadar uzanan sabahlığımla birkaç merdivenin basamağını inerek, bir kapının önünde dikeldim. Kolumun üstüne sardığım kumaşı çekiştirip derin bir nefes vererek, diğer elimle kapıyı açtım.

Nefesimi tutarak içeri ilk adımımı tedirgin bir şekilde attım. Buraya girerken kalbim acıyordu. Elim karnımın üstünde, odanın ortasında durdum.

Amaris'in kokusu gitmişti...

Kırık kıyafet dolabından, lekeler bulaşmış yatağına, camın küçücük olmasına kadar her şeye tiksinerek göz gezdirdim. Burada, en ufak saniyede bile kötü düşünceler zihnime tecavüz ederken, Amaris her gününü bu odada geçiriyordu.

Karnımdaki el yumruk olunca tüm kaslarım gerildi, hafif bir rüzgar çıplak göğsümü yalayıp geçiyordu. Dişlerimi sıktım, burnumu sertçe çekip arkamı dönerek odadan bir çırpıda çıktım. Merdivenleri çılgınlar gibi aşıp koridorlardan tekrar geçtim. Dış alana geldiğimde kapıdaki askerler hemen saygı duruşuna geçmişti.

Dışarı adım atar atmaz bir an duraksadım. Çevremdeki her şey gözüme o kadar önemsiz  geliyordu ki her şeyi yok edesim gelmişti. Yerdeki akıp giden suyun yansımasından kendime baktım. Kıvırcık uzun saçlarım arkada toplanmış bir vaziyette, gözlerimdeki yorgun bakışlarla ayakta dikiliyordum.

Suyun içinde birkaç baloncuk patlayınca dudaklarımda bir gülümseme peydah oldu. Giydiğim beyaz sade sabahlığım ile sarayın tam önünde bulunmak, annemin kulağına giderse sinirleneceğini biliyordum ama umursamıyordum. Artık bu hallerime alışması gerekti.

Sabahlığımın omuzundan aşağı sarkıp belime sarılan eflatun renkli kuşağımın işlemeleri suyun yansımasında çok iyi bir şekilde gözüküyordu. Daha fazla bu görüntüye bakmak istemeyerek uzaktan tüm ışıltısı ile güneşin doğmasını bekleyen altından yapılmış sarayıma baktım.

Tüm görkemiyle beni bekliyordu.

Bunu kanıtlamak istermiş gibi bir rüzgar esti. Omzumun üstünde ki kumaş dalgalandı. Topladığım saçlarımın arasından birkaç tel rüzgara ayak uydurdu.

Benim sarayıma doğru kararlı bir şekilde gittikçe içimdeki huzursuzluk melankolik bir hal aldı. Yüksekte sanki rüzgar ile süzülen sarayıma durup birkaç saniye baktım. Rüzgar daha yoğun esiyordu. Açık olan göğsüm daha da açılınca irkildim. Hemen kumaş parçasını kaptığım gibi göğsümü kapatıp hızlı bir şekilde koşar adımlarla altınlarla çevrilmiş alana girdim.

Sarayımın kapısı korkumu ve telaşımı hissedermiş gibi hızlıca açıldı ve ben girer girmez dışarıdaki kötülüklerden korurmuş gibi geri kapanmıştı. Kimsenin olmadığı, hiçbir varlığa dair bir işaret olmayan sarayımın sessizliği beni sarstı.

Ayın Varlığı Güneşin SonuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin