5, O Son Odunu Atmayacaktın

1.2K 91 11
                                    


Sahil yolundan Serhat'ın evine giderken deniz kenarı boyunca balık tutan kadınları görebiliyordum. Yan yana dizilmiş, neşeyle gülüyor, ellerinde oltalarla bekliyorlardı. Bu sahilde balık tutan tüm insanlar erkek olurdu ama daha önce bunu hiç fark etmemiştim. Şimdi, aksi söz konusu olduğunda görüntü istemsizce gözüme takılıyordu. Sorsaydınız, gayet de bir kadının da balık tutabileceğini söylerdim. Ama bir gün bile, burada balık tutan kadın görmemiştim. Ta ki bugüne dek.

Oltamı alıp aralarına karışsam, kadınlar ne tepki verirdi, merak ediyordum. Aralarında bir tane bile adam yoktu, beni garip karşılarlar mıydı? Dışlanır ya da hor görülür müydüm? Ya da balık tutamayacağımı, bu işi kesinlikle beceremeyeceğimi düşünürler miydi?

Bu film bir yerden tanıdık geliyordu.

Düşüncelerimi dağıtabilmek için yola odaklandım ve balık tutan kadınları unutmaya çalıştım. Daha çözüm odaklı olmam gerekiyordu, sorunlara ve bu dünyaya takılıp kalamazdım. Buradan kısa sürede çıkmalı, kendi dünyama dönmeliydim. Akıp giden bir hayatım vardı, onu kaçıramazdım. Rüya ya da illüzyon, bu şeyin beni daha fazla içine çekmesine izin veremezdim.

İstanbul trafiği el verdiğince hızlı bir şekilde Serhat'ın evine gittim. Aynı yakada ama farklı semtlerde oturuyorduk. Yapılaşmanın çok olmadığı bir alanda, müstakil bir evleri vardı. Barbekü partilerimizi onların evinde verirdik, kahvaltılarsa genellikle bizim evde, boğaz kenarında olurdu. Rutinlerimizi, hayatımızı seviyordum.

İçim bu düşünceyle iyiden iyiye sıkılırken kapılarını çaldım. Bahçenin kapısı içeriden otomatik açılıyordu, evdeki hizmetlilerinin beni kameradan gördüğünü biliyordum. Nitekim çaldıktan birkaç saniye sonra kapı hızla açıldı. Yemyeşil bahçenin ortasındaki küçük taş yoldan geçip demir kapıyı çalmaya hazırlandım ama kapı, ben çalmadan açıldı.

Serhatların evindeki yardımcıları da en az kendi evimdekiler kadar iyi tanırdım. Aysel abla, evlerindeki en eski yardımcılarıydı ve Serhat'ı o büyütmüş sayılırdı. Sonradan başka yardımcılar da almışlardı ve bu yardımcılardan Zeynep abla ve kızı Suzan mutfakla ilgilenirdi.

Kapıyı Aysel ablanın açmasına alışıktım. Serhat için anne gibi olduğundan benim için de bir teyze gibiydi. Onu gördüğümde burada babamın olmamasının da verdiği rahatlıkla ona sarılır, Serhat'la sohbet etmeden önce onunla sohbet ederdim.

Maalesef bu garip lanet, benden onu da almıştı. Kapıyı pala bıyıklı, asık suratlı, kısa boylu ve kilolu bir beyefendi açtı. Beni görünce çatık kaşları düzeldi, hiç gülmeyecekmiş gibi asık görünen yüzü aniden gülmeye başladı. "Oo, Devrim oğlum gelmiş! Geç yavrum, geç içeri."

Bana, Aysel ablaya sarıldığım gibi sarıldı. Kollarımda derman yokmuş gibi hissettiğimden ama daha da önemlisi, bu adamı hayatım boyunca hiç görmediğimden kendimde ona sarılacak gücü bulamadım. Bana kısaca sarıldı, sırtıma pat pat vurdu ve geri çekildi.

Yüzüme daha dikkatli baktığında gözleri endişeyle doldu. "Oğlum? Neyin var senin?"

Sorusunu görmezden gelerek yanından sıyrıldım ve yolunu bildiğim merdivenlere yöneldim. İkinci kata hızlı adımlarla, merdivenleri ikişer ikişer çıkarak geçtim ve Serhat'ın odasına yöneldim.

Kapıyı tıkladıktan kısa bir süre sonra onun, "Gel," diyen sesini duydum ve kapıyı alacaklı gibi bir anda, ileri doğru açıp içeri girdim.

Telefonda söylediği gibi hazırlanıyordu. Üstünde rahat bir eşofman altı ve beyaz bir tişört vardı. Ben içeri girdiğimde saçlarını fönlüyordu. Tıpkı telefondan duyduğum gibi bir kenarda duran bilgisayarında Tarkan'ın Karma albümü çalıyordu.

Bir Kâbusa DalmakWhere stories live. Discover now