9 - Bindik Bir Alamete

289 32 15
                                    


Bulduğum otel, kahrolasıca küçüklükte ve pislik içinde bir yerdi. İş gereği, babamla sık sık seyahat ederdik. Lüks içinde yaşamaya alışık olduğumu, bu lüks elimden alınana kadar fark etmemiştim ama otellerin bahçesindeki geniş ve temiz havuzlar, güler yüzlü resepsiyonistler, ferah bekleme salonları ve rahat yataklar hepimizin gerçekliği zannediyordum.

Oysa Beyoğlu'ndaki izbe bir sokakta, tabelasındaki harflerden biri düşmek üzere olan bu otelde gerçeklik çok daha farklıydı. Girişi ve resepsiyonun önünü toz götürüyordu. İçerisi öyle karanlıktı ki resepsiyonistin gözleri dışında hiçbir şey görmüyordum.

Ben bankoya tamamen yaklaşana kadar adam ne başını kaldırdı ne de benimle ilgilendi. Ancak ben arkasında durduğu bankonun dibine kadar gidip boğazımı temizledikten sonra başını aheste aheste kaldırdı ve beni şöyle bir süzdü. "Buyur?"

Üstünde eski püskü bir ceket, içinde buruşuk bir gömlek vardı. Kırkına merdiven dayadığını belli eden yüz çizgileri memnuniyetsizdi. Ağzındaki sakızı durmadan çiğniyor, bana üstten üstten bakarken cevabımı bekliyordu.

Metanetli kalmaya çalışarak, "Boş odanız var mı?" diye sordum. "Tek kişilik."

"Geceliği iki bin TL," dedi umursamaz ses tonuyla. "Boş oda var."

"Burası için mi?" diye sordum, gayriihtiyari. Sesim itiraz eder gibi yükselmişti ama karşımdaki adamın yüzünde mimik oynamadı.

"Hoşuna giderse."

Belki de sabredip hayatımda ilk kez pazarlık etmem ya da çıkıp başka, daha ucuz ve temiz bir otel aramam gerekirdi ama çok yorulmuştum. Yorgunluk parmak uçlarımdan damlıyor gibi hissediyordum. Sanki ben bir kuklaydım da iplerimi tutan her kimse, o ipleri aniden bırakmıştı. Daha odaya bile çıkmadan oraya yıkılacakmış gibiydim.

Bu yüzden uzatmadım ve odayı tek gecelik olduğunu söyleyerek tuttum. Yarın daha iyi bir gün olacaktı. Yeniden bir işim olacaktı, kalacak yer sorununu da yarın çözecektim.

Valizimi yüklenip otelin girişinden bile daha karanlık olan merdivenleri tırmanmaya başladım. Her adımda kolum titriyordu ve her adımda etraf daha da kararıyordu. Etrafta bir lamba yok muydu Allah aşkına? Bu kadar köhne bir otel nasıl oluyordu da iş yapabiliyordu?

Resepsiyonistin verdiği anahtarı cebimden çıkarıp, itsem açılacakmış gibi görünen odanın kapısının kilidine soktum. Kapı geriye doğru açıldı ve beni koridora göre biraz daha aydınlık küçük bir oda karşıladı. Havası o kadar kirliydi ki toz soluduğumu hissedebiliyordum. Köşede, kapının hemen yanında eski püskü, rengi solmuş gri çarşafla kaplı bir yatak vardı. Çarşafın gerçek renginin gri olduğundan çok da emin değildim.

Yatak dışında odada pek bir şey yoktu. Yatağın hemen yanında iki adımlık yer ancak vardı, karşısında küçük bir gardırop ve duvara monte edilmiş küçücük bir televizyon ekranı. Klozetle duşun ancak sığdığı küçücük banyo kapısı, odanın kapısının hemen karşısındaydı.

Tüm oda bu kadardı.

Burada can sağlığımın güvende olduğundan bile şüpheliydim ama Miray, annemin açığı fark etme ihtimalinden ötürü yüklü bir meblağ getirememişti. Elimdekini dikkatli harcamam gerektiğinin farkındaydım.

Bu berbat, yaylı yatakta ve her an açılıp biri girebilirmiş gibi duran kapının ardında hiç uyuyamayacağımı düşünüyordum ama bu düşüncem, kendimi yatağa bırakır bırakmaz kayboldu. Tanrım, yorgunluktan öleceğim sanırım. Mezar taşıma, "Her şeye rağmen savaştı." yazsınlar.

Günlerim, lunaparktaki bir hız treni gibi hissettirmeye başlamıştı. Bir oradaydım, bir buradaydım ve yarın nerede olacağım konusunda da hiçbir fikrim yoktu. Ama şimdilik tek isteğim, biraz olsun uyuyabilmekti çünkü günlerdir tam bir uyku uyuyamamışım gibi hissediyordum. Üstelik yarın işe başlayacaksam zinde ve enerjik olmam gerekiyordu. Dikkatsiz bir şekilde araba kullanamazdım.

Bir Kâbusa DalmakWhere stories live. Discover now