Bölüm 20

672 94 64
                                    

05.05.2024

Yaşam ve Ölüm

Osteoporoz, işte hastalığımın ismi buymuş. Geçen hafta öğrenip hayatımın mahvolduğu, sanki çok iyiymiş gibi iyice battığı, hastalığım. Doktorlar ilk günler genetik olduğunu söylediler ama ben öyle olmadığını hissediyorum. Biraz araştırma yapınca geçen zamanlarda kendimi iyi hissetmek maksadıyla aldığım ilaçlardan olabileceğini düşünmeye başladım ve ilaçları kullanmamaya gayret göstermeye başladım.

Hastanede çıktığım günden beri evden hiç çıkmadım. Seungmin onların evine gelmemi artık onlarda kalmamı istemişti ama ben bunu şiddetle reddetmiştim. Bu evden, iyi kötü her anımın olduğu bu evden gitmek istemiyordum. Bana bazı şeyleri unutmamamı sağlıyordu. Ama tabii ki Seungmin her zaman ki gibi durmuyordu, her gün geliyor ve benimle birkaç saat geçirdikten sonra geri gidiyordu. Buna lafım yoktu aslında, kendimi yanlız hissetmemi ve birkaç saat bile olsa kafamı dağıtmamı sağlıyordu. Annesi ve babasıda onun kadar ilgililer bana. Sanki ailemden farksız, sanki onların çocuklarıymışım gibi davranıyorlardı bana. Haklarını yiyemem gerçekten o sevgiyi aratmıyorlardı ama olmuyordu, o yarayı kapatmaya yetmiyordu. Aslında hiçbir şey yetmezdi o yarayı kapatmaya.

Bugün uzun zaman sonra kendime gelip evden dışarı çıktım. Annemle babamın mezarına gittim. Gitmeden önce bir çiçekçiye uğrayıp mezarlarına koymak için güller aldım, beyaz güller. Mezarlığa vardığım zaman hafiften yağmur yağmaya başlamıştı. Annemle babamın mezarları yan yanaydı. İkisinin tam ortasında olan boş yere oturdum ve elimdeki üç beyaz gülün birini babama birini anneme ve birinide kendime verdim.

Ayak uçlarımda duran beyaz güle bakarken  "Acaba bende yanınıza gelsem? Yine hep birlikte bir aile olsak..." dedim sadece kendimin ve tabii ki annemle babamın duyabileceği şekilde. Yağmur saçlarımı daha da ıslatırken gözlerimi dikip sadece o beyaz güle odaklandım. Annemle babam daha sevgili bile değilken, babamın anneme olan her aşk mektubunun yanında gönderdiği o beyaz güller. Ve o günden beri de aşklarının simgesi olarak kullandıkları o beyaz güller.

Yüzümde hafif bir gülümseme oluştu. Acaba bende bir gün böyle bir aşk yaşayabilecek miydim? Mezarda bile beraber olduğum bu aşkı. Gözlerimi kapadım, kendimi yağmura ve o mükemmel toprak kokusuna bıraktım.

"Jisung?"

Tanıdık bir ses bana seslenmişti. Gözlerimi yavaşça araladım. Minho birkaç metre uzakta bana bakıyordu. "Neden bu yağmurda buraya geldin? Hasta olacak Jisung." dedi yanıma yaklaşırken. Gülümsedim ve "Annemle babamın yanında olmak istedim hem bir şey olmaz yağmurda ıslandım diye."

"Jisung, bünyen hasas bu zamanlar. Unutuyorsun herhalde." dedi. Minho'ya hastalığımdan bahsetmemiştim. Sadece üzüntümden falan diyerek geçiştirmiştim onu. "Hadi kalk gidelim. Daha fazla ıslanma." dedi ve elini uzattı bana. Bir süre gözlerinin içine baktıktan sonra elini tuttum. Hafifçe beni kendine çekerek kalkmama yardım etti.

"Hadi eve bırakayım seni." Bir şey demedim ve arkasından onu takip etmeye başladım. Elimi bırakmamıştı ama önümden yürüyordu. Ana yola çıktığımızda onu durdurdum. "Eve gitmek istemiyorum." dedim.  Hafif bir  şaşkınlıkla bana döndü ve "Peki tamam, nereye gidelim?"

"Sahile."

İtiraz etmedi ve tekrar yürümeye başladı. Yağmur hafiflemişti ama ikimizinde hâlâ sırılsıklamdık. Sessiz geçen yürüyüşümüzden sonra sahile varmıştık. "Yağmurda buraya gelmek pek iyi olmadı sanki Jisung."

"Bir şey olmaz... Gel hadi." dedim ve kumların olduğu yere indim. Bir şey demedi ve beni takip etmeye başladı. Denizin ulaşamayacağı yakınlığa geldim. Minho tam yanımda durduğunda ayakkabılarımı çıkardım. Bir kez Minho'ya baktım. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Gerçi anlamıştı ama bu soğukta neden böyle yaptığımı çözemiyordu.

I don't wanna be your friend {Minsung}Where stories live. Discover now