Bölüm 21

546 72 61
                                    

Jisung'dan

Sabah gözlerimi yüzüme vuran sıcaklıkla açtım. Evet tahmin ettiğim gibi beni gülümseyerek izleyen bir Lee Minho karşılıyordu. "Günaydın." dedi. Kendime daha tam gelememiştim, gözlerimi tekrar kapattım ve sessizce "Günaydın." dedim. "Hadi kalk yüzünü yıka. Seni bir yere götüreceğim."

Gözlerimi tekrar açtım ve anlamsızca ona baktım. "Nereye götüreceksin?" diye sordum bir yandan gözlerimi ovuşturarak. "Sürpriz." dedi. "Of Minho! Söylesene işte." Kafasını iki yana salladı. "Hadi kalk, yüzünü yıka!"

İstemeyerek yatakta oturur pozisyona geldim. O da benimle birlikte kalktı. "Ben mutfaktayım, sende yüzünü yıkayıp gel." dedi ve yatktan çıktı. "Tamam yıkayacağım yüzümü!" dedim arkasından.

Bir süre boş boş yere baktıktan sonra kendime gelip yataktan kalktım. Odadan çıkıp ayaklarımı yere süre süre banyoya geldim. Çeşmeyi açıp akan soğuk su ile yüzümü yıkadım. Havluyla yüzümü kuruladıktan sonra mutfağa yöneldim.

Tam kapının orada durdum ve Minho'ya baktım. Çok güzel bir masa hazırlamıştı. Şaşırmıştım buna aslında. Minho'nun bu zamana kadar hiç yemek yaptığına şahit olmamıştım. Ne zaman evde buluşsak yemekleri çoğunlukla ben yapardım. "Durmasana orada, gel hadi."

"Bugün çok emir veriyorsun bana bak." dedim yanına ilerlerken. "Pardon Jisung Bey. Bir daha olmaz, lütfen affedin!" dedi şaka yaparak. Koluna vurdum ve "Salak." dedim. Gülümsemesi yüzüne daha çok yayılırken sandalyeye oturdum. Çatalımı elime almış gözüme kestirdiğim krepten almaya çalışırken "Ee ne yapacağız bugün?" dedim. "Sürpriz dedim ya Jisung. Söylemem."

"Hadi ama Minho. Söylesen ne olucak sanki?" dedim bıkkınlıkla. Kafasını sertçe iki yana salladı. Derin bir nefes verdim ve bir şey demeden sadece yemek yemeğe koyuldum.

***

Yaklaşık bir saat önce Minho ile evden çıkmıştık ama hâlâ boş boş yürüyorduk. Anlaşılan sürpriz olan yere varamamıştık. "Minho, daha ne kadar yürüyeceğiz?" dedim yorgunlukla. "Az kaldı." dedi. "Minho, yoruldum."

Dediğim ile durdu ve bana döndü. Birazcık bana baktıktan sonra elimden tuttu ve geride kalmış beni yanına çekti. "Biraz daha dayan, emin ol bu kadar yorulduğuna değecek Jisung." dedi ve tekrar yürüdü. Derin bir nefes verdim ve bir şey demeden ona ayak uydurmaya devam ettim.

Bir süre daha yürüdükten sonra bir parka gelmiştik. "Burası mı yani?" dedim yüzümü buruşturarak. Normal bir parktı burası. Hoş ve cıvıl cıvıl olmasını geç çocukların koşturarak oynadığı bir parktı burası. "Evet." dedi Minho gülümseyerek. "Dalga mı geçiyorsun lan sen benle? Burası için mi o kadar yürüdüm ben!"

"Ayıp ediyorsun ama Jisung." dedi Minho, yüzü düşmüştü. "Bizim evin yakınında da var bu parktan, niye bu kadar yürüdük!" Mutsuz olan Minho bir anda gülmeye başladı. "Sizin evin oradakinde de böyle bir yer var mı?" dedi eli ile parkın biraz ilerisindeki tepelik yeri göstererek. "Tepe mi? Olsa ne olur?"

Tekrar yürümeye başladı. Elimi tuttuğu için beni de beraberinde götürüyordu. "Of Minho!" dedi. "Ne laf ettin be Jisung! Sabırlı olsana biraz!" dedi benden önde giderken. O adımlarını hızlandırırken ben ise daha da yavaşlıyordum. Gerçekten yorulmuştum ve Minho ise beni salak saçma bir yere getirmişti.

İsteksiz isteksiz tepeyi çıkmaya başladım. Söylene söylene yürüyordum ama Minho bunu bir gram bile olsun pek umursamıyordu. En sonunda durdu ve "Gözlerini kapat Jisung." dedi. 'Niye?' der gibi ona baktım. "Hadi hadi!"

En sonunda bir şey demedim ve kapadım gözlerimi. Elmi daha çok sıktı ve yürümeye devam etti. Bir kaç adım daha attıktan sonra durdu ve "Aç hadi gözlerini." dedi. Yavaşça gözlerimi açtım ve gördüğüm şeyle biraz afalladım.

Çimenlik, yerde bir sürü çiçekler ve en önemlisi de sakura ağaçları. Cıvıl cıvıl bir doğa... "Sizin evin orada da var mı bundan bari?" dedi alayla Minho. "Nerden biliyorsun sen burayı ya?" dedim hayeretle. "Boşver sen orasını, hadi gel oturalım bir yere." dedi ve ilerlemeye başladı. Arkasından hemen onu takip ettim ve boş bir banka oturunca bende oturdum.

"Beğendin mi?" diye sordu meraklı bir şekilde.

"Bayıldım! Sakura ağaçlarını sevdiğimi biliyorsun."

"Biliyorum."

"Yoruldum ama değdi gerçektende." dedim ve gülümseyerek etrafa bakmaya devam ettim. Bir sürü pembe pembe sakura ağaçları vardı etrafta. "Demiştim ben sana Han Jisung." Ayağa kalktım ve "Hadi dolanalım biraz bu ağaçların altında." dedim ve elimi ona uzattım. "Yorulmadın mı?" Kafamı olumsuz anlamda salladım. Vakit kaybetmedi ve elimi tuttu.

Fazla hızlı olmayan adımlarımız ile sakura ağaçlarının arasında yürüyorduk. "Sevdiğin kişi ile sakura ağaçları altında yürümek..." diye konuşmaya başladı. Etrafa bakan gözlerimi ona çevirdim. Hatırlıyordu, 10.sınıfın sonlarında söylediğim hayalimi hatırlıyordu. Ona doğru gülümsedim ve "Hatırlıyorsun." dedim. "Hatırlıyorum."

Yüzümde oluşan istemsiz gülümseme ile önüme döndüm. Hakkımda, sevdiğim şeyler hakkında ya da rasgele bile olsa hoşuma giden bir şeyi söylediğimi hatırlaması çok hoşuma gidiyordu. Ayrı ve özel hissettiriyordu.

Elimi tutan elini daha çok sıktı ve yanıma yaklaştı. "Şuraya oturalım hadi, yürüdük zaten yeterince." Bir şey demedim ve ona ayak uydurdum. Bir çimenlikti dediği yer, ağaçların altında herkesin rastgele oturduğu bir yer sayılırdı. İki sakura ağacının ortasında bir yere oturduk. Aslında ben oturdum diyebilirdik çünkü Minho oturduğumuz gibi uzanmış ve kafasını da dizime koymuştu. "Buraya geleceğimizi söyleseydin bir şeyler hazırlar gelirdik."

"Sürpriz olsun istedim. Bir şeyler hazırla deseydim anlardın." Ellerimi saçlarında gezdirmeye başladım. Yüzünü de iyice kafama yazmak ister gibi derinlemesine incelemeye başladım. İçim bir anda kötü olmuştu, belki haftalar sonra bu yüzü bir daha göremeyecek, o kokusunu içime çekemeyecek, o dudaklarını bir daha öpemeyecektim.

Dediğine başka bir şey demediğim için o da sustu ve sadece gözlerime baktı. Bir süre gözlerime baktı sonra sanki kendini bana teslim etmiş gibi gözlerini kapadı. Bende biraz daha yüzünü izledikten sonra konuşmaya başladım.

"Bir gün ayrı düşersek ne yaparsın Minho?"

Dediğim şeyle gözlerini aniden açtı. "Öyle bir şey olmaz, olamaz Han Jisung." dedi. Bir şey diyemedim. Sadece gülümsedim. Onun mutluluğunu daha doğrusu bizim mutluluğumuzu bozmak istemiyordum ama bu bir gün illa gerçekleşecekti, bunu hissediyordum.

"Ben hayatta olduğum sürece hiçbir güç seni benden uzaklaştıramaz sevgilim."

Sevgilim. Sevgilim... Dediği bu kelime  kafamda yankılandı. Gözlerim anlamaz olarak ona bakıyordu o ise bana yaptığının farkında bir şekilde bakıyordu. Birçok kez beraber takılmıştık evet ama ilk defa böyle bir hitapta bulunuyordu bana ve bu da haliyle şaşırtmıştı beni.

Gülümsedi ve yerinden doğruldu. Kafam hâlâ karışıkken dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Küçük ve yumuşak öpücükler ile bir süre öptükten sonra aramızdaki mesafeyi fazla açmadan ayrıldı ve dudaklarında şu kelimeler döküldü.

"Seni seviyorum Han Jisung."

"Bende seni seviyorum Lee Minho. Bir ömür boyu seveceğim."

Ömrümün ne kadar olacağını bilmeden seveceğim Lee Minho.

***

Bu bölüm baya geç geldi farkındayım ama anca yazabildim. Vaktim olmadı yazamadım ve konuyu daha tam belirlememiştim o yüzden biraz zaman aldı diyebilirim. Ficin sonu ile ilgilide kararsizligim sürüyor ama en kısa sürede karar verip bir açıklama yapacağım.

I don't wanna be your friend {Minsung}Where stories live. Discover now