Bölüm 6

2.7K 552 56
                                    

Uyandığım zaman her yerim terden sırılsıklam olmuş bir şekilde nefes nefese kalmıştım. Başka bir odaya geçmiştim ve bu oda diğerinden daha küçüktü. Bir yatağın üzerinde uyuyordum. Penceresi olmayan bu odanın çelik kapısında da pencere yoktu. Tüm eklemlerim ağrıyordu. Ayağa kalktım kapıya doğru yürüdüm. Ne kadar zamandır buradaydım? Kafayı yemek üzereydim.

         Neler oluyordu bana böyle yoksa deliriyor muyum? Hala rüyada mıyım yoksa? Uyanmak isteyince bile asla uyanamadığım bu cehennemden sahnelerini bana cömertçe sunan rüyalar silsilesi ne zaman bitecekti? 

          Keşke ölseydim dedim kendi kendime. Keşke annemin karnından çıktığım zaman sadece bedenim doğsaydı dünyaya. O zaman dünya beslendiği insan etlerinden birini daha koyardı topraktan karnına. İşte o zaman, ruhumdan ayrı kalmış bedenim daha bir huzurlu olurdu, giderken sonsuz yolculuğuna. 

           Kapıya vurmaya başladım ancak pek gücüm var sayılmazdı. Yatağa oturdum ve öylece yere bakmaya başladım. Üzerimde beyaz, ayak bileklerime kadar uzanan bir entariden başka hiç bir şey yoktu. Her zamanki gibi beynim uğulduyordu. Kaç gündür buradaydım tam olarak bir fikrim yok tu ama tahminim vardı. Selinle buluşmadan bir gün önce kestiğim tırnaklarım şimdi ovalleşmiş ve uzamış görünüyordu. Bu yaklaşık iki haftalık bir uzamaydı. Küçükken babam tırnaklarımın ne kadar hızlı uzadığından şikayet ederdi. Bende ne kadar hızlı uzadığını anlamak için haftada bir milimetreyle ölçüm yapardım. Şimdi ise bu sayede ne kadar zamandır burada tutulduğumu anlayabiliyordum.

         Sürekli uyutuluyor ve zamandan uzak tutuluyordum resmen. Hiçbir saat veya pencere koymamışlardı odaya, yalnızca beyaz bir yatak, çarşaf, yastık vardı. İnanılmaz açtım. Midem kramplarla kasılıyordu. Kollarımı karnımın üzerine koyup fetüs pozisyonunda yerde kıvranmaya başladım. Ne yapacağım bilmiyordum. Düzensiz olarak ara sıra 1.5 litre su veriyorlardı, yemek yoktu. Çoğu kez şişeleri kemirmeyi denemiştim ama o kadar sertlerdi ki dişlerim koparmıyordu.

         Sonra tırnaklarımı fark ettim. Ne çıkar ki, miden yatışsın dedim kendi kendime. Ellerimin tüm tırnaklarını yiyip kısacık yaptıktan sonra ayak tırnaklarımın da tamamını yiyerek kısalttım. Midem yatışmıyordu. Kafayı yemek üzereydim. İçeri bir fare girse, onu bile canlı canlı yerdim. İngilizlerin sömürdüğü, açlıkla sınanan bir Afrika ülkesindeki insanlar kadar açtım. 

          Yatağın üzerine yine fetüs pozisyonunda yattım ve açlıktan ağlamaya başladım. Sessiz sessiz ağlıyordum. Onların ağladığımı duyması isteyeceğim son şeydi. Onlar kimdi bilmiyordum ama bu işkenceyi bana yapanların bundan bir çıkarları olduğu kesindi. Ağlamayacaktım onların gözü önünde. Ama yastığa gömdüm yüzümü. Açlıktan ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Tek yapabileceğim açlığımı hissetmemek için uyumaktı. Çok zordu ama bir şekilde tekrar uykuya daldım. 

         Kapı sert bir şekilde açıldığında midemin feryatlarıyla birlikte tekrar uyandım. Bu sefer gelenler o iki takım elbiseli adam değildi. Orta yaşlarında yüzü çok hafif bir şekilde görülen, kafasında kapüşon olan, rengârenk kıyafetli bir kadın girmişti. Ayakları ve dizleri çıplaktı.  Zar zor doğrulabilmiştim, gözlerim hafif kısık bir şekilde kadına baktım.

 ''Hadi oğlum gidiyoruz.'' 

 ''Sende kimsin? Nereye gidiyoruz?''

 ''Sence şuan bunların önemi var mı? Benimle geliyor musun gelmiyor musun?''

 ''Yürümeme yardım eder misin?'' 

           Ayağa kalkacak gücüm kalmamıştı, vücudum erimiş, bir deri bir kemik kalmıştım. Kolumdan tuttu, zaten zayıf olan vücudum iyice zayıfladığı için kadın beni sanki bir tahta çubuğu kaldırır gibi kaldırmıştı. Kadına dayanarak yürümeye başlamıştım. Bir sıra koridorlar geçtikten sonra başka bir odaya yaklaşmaya başlamıştık. Harika kokular gelmeye başlamıştı. Bunlar yemek kokularıydı. Artık halime acımaya başlamışlardı sanırım yada ölmemden korkmaya başlamışta olabilirlerdi.

Geçmişin Sanrısı (Wattys 2015 Kazananı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin