Bölüm 8

2.3K 447 50
                                    

Burada ne kadar kaldığımı anlayabilmek zordu fakat benim bazı tahminlerim vardı. Tırnaklarımın haftalık uzamasını bilmem sayesinde burada kalma süremi tahmin edebiliyordum. Yaklaşık bir ay olmuştu. Yüzümde derin bir çizgi, kızarmış gözler, ezilmiş bir kol, kırılmış bir burun buranın bana dıştan görünen en bariz kalıntılarıydı. Şimdi bir çocuktan çok bir savaş maduru gibi görünüyordum. Yıllarca İsrail'in bombaları altında kalan Filistinli çocuklardan farksızdım şuan.

Kaos tüm bedenimi ele geçirmiş, yalnızlık ta ciğerlerime işlemişti. Annem ne yapmıştı acaba ben yokken. Muhtemelen polise gitmiştir anacım, Taner şerefsizine yalvarmıştır oğlumu bul diye. Oda sen merak etme en kısa zamanda bulunacak oğlun diye uyutuyordur annemi. En kötüsü de anneme sarılamamaktı bu cehennemde tutsak olmanın. Keşke dayakları yeseydim de sonra annemin kollarında uyusaydım yine. Ben razıydım. Cennet annelerin ayaklarının altındadır ancak dünyada da cennet yaşamak istiyorsanız annenizin kolları bu görevi görecektir.

Kadından öğrendiklerim benim bir süreliğine sarhoş gibi davranmama sebep olmuştu. Duyduğum, yaşadığım şeyler kolay değildi. Akdeniz'in ortasında kocaman bir adaya sırf hasta insanların çürümüş kalplerindeki boşluğu şeytani zevklerle doldurmak için kaçırılmıştım. Buna ön ayak olan kişilerse annemin kardeşinin ailesiydi. Acaba yaratık kardeşler ne yapmışlardı? Onlar da bu işin içinde olabilir miydi?

Buradan kaçmanın bir yolunu bulmak benim için şart olmuştu artık. Kolum sakat olduğu için şimdilik benimle ilgilenmiyorlardı dikkatler üzerimde değildi. Yaklaşık bir hafta kolum sargıda kalmıştı ancak yemek vermek için bile kapıyı açmıyorlardı. Kolum sargıdan çıktıktan sonra bana ne olacağını düşünmek ruhuma azap veriyordu.

Uykularım artık düzene girmeye başlamıştı bir haftadır. Artık sürekli uyumuyordum. Kolum sargıda kaldığı süre boyunca sanki normal bir yaşantım varmış gibi gelmeye başlamıştı. Ancak dört duvar arasında olmaktan daha kötü bir şey varsa oda bu dört duvar arasında yalnız olmaktı. Yiyecek ve su düzenli aralıklarla geliyordu. Şuan dışarısı gündüz mü gece mi bilemiyordum. Bu beyaz hapishane de yapılabilecek en iyi aktivite uyumaktı. Burada uyumak, buradan birkaç saatliğine de olsa kaçmak demekti. Uyku beni çağırmaktaydı.

Gözlerimi açtığım zaman uçsuz bucaksız, kapkaranlık bir boşluktaydım. Üzerimde bembeyaz bir entari vardı; kafam sıfır numara tıraş edilmişti. Bedenimi ve ruhumu her zamankinden güçlü hissediyordum. Bu uzay boşluğu gibi olan kapkaranlık dünyada nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum.

Ayaklarımla boşluğu hissedebiliyordum. Karanlık gözlerimi yakıyordu. Gelecek en ufak bir ışık huzmesi beni karanlığın elem verici boşluğundan kurtaracak nitelikteydi. Şu an içinde bulunduğum boşluk, içimde bulunan boşluktan daha büyük değildi.

Aylar sonra ilk defa damarlarımda gücü hissedebiliyordum. Sanki karşıma ne çıksa devirecektim, hangi zorlukla karşılaşsam bileğimin hakkıyla yenecektim! Sanki hiç aç kalmamış, hiç kaçırılmamış, hiç dövülmemiş gibiydim. Vücuduma baktığım zaman bütün morlukların gitmiş olduğunu gördüm. Bu benim için dünyanın en huzur verici olayıydı.

Biraz daha yürüdükten sonra ilerde bir ışık görmeye başlamıştım. Adımlarımı o ışığa doğru hızlandırdım. O ışık benim kurtuluşum muydu? Evet evet. O ışığa doğru yürümeliydim, hatta koşmalıydım. Ama koşamıyordum. Yalnızca yürümeme izin vardı o an.

Işığa biraz daha yaklaştığım zaman ışığın bir insandan geldiğini fark ettim. Hangi insan bu cehennemde bu kadar ışık saçacak şekilde nurlu olabilirdi ki? O insana yaklaştıkça içimdeki huzur da artıyordu. En zor zamanında zam haberi alan bir işçinin gözlerindeki umutla dolmuştu şimdi kalbim. Attığım her adımda biraz daha ferahlıyordum.

Geçmişin Sanrısı (Wattys 2015 Kazananı)Where stories live. Discover now