Φ 13. Bölüm Φ

6.8K 593 129
                                    

Φ Ellie Goulding - Dead in the Water ile okumanızı tavsiye ederim. Φ

Derler ki: İki insan; aynı anda, aynı yerde, aynı şeyi düşünürse bu iki farklı beyindeki statik elektrikler birbiriyle etkileşime geçer. Bu etkileşim sonucunda insanlar; yürürken, yemek yerken, kitap okurken veya otururken kısaca herhangi bir eylemi gerçekleştirirken aniden kafalarını kaldırırlar ve biriyle göz göze gelirler. İşte bu göz göze geldikleri kişi, o an aynı düşünceyi paylaştıkları kişi olur.

Beyinlerindeki elektriğin havada etkileşime geçtiği bu iki insan, tam da birbirinin göz bebeğine bakar bu zamanlarda. Göz bebeği denilen o deliklerde hiçbir hücre bulunmaz. Yani o bir büyüyüp bir küçülen küreler, simsiyah bir boşluktan ibarettir. Bu boşluk olayı, insan doğasına ait bilimsel bir açıklamadır. Objektif, genel-geçer ve varsayımdan da öte bir kanun...

İşin aslına gelecek olursak, gözlerdeki o iki kara delik ruha açılır. Bedenin mi ona, onun mu bedene sahip olduğu bir sır olan ruha... Yani aslında insanlar birbirlerinin gözlerine değil ruhlarına bakarlar, karşısındakinden gözlerini kaçırdığını sananlar, onlardan ruhlarını kaçırırlar. Bu yüzdendir ki insanın mutluluğu, korkusu, sevinci, hüznü yani tüm duyguları bakışlarına yansır. Çünkü hisseden kalp değil ruhtur. Kalbin hissettiğini söyleyenler, ruhun varlığından şüphe eden korkaklardır.

İnsanlar; sevgi, öfke, endişe ve benzeri bütün soyut duyguları bu kadar bâriz hissederlerken benliklerinde, kendilerini bunların gerçekliğine inandırmak için; hissetmek eylemini, varlığı somut olan bir nesneye yüklemek istemişlerdir. Ruh, soyut bir kavram olduğundan, işte... Tam da burada devreye girer kalp.

Birileri, karşısındakinin kalbini sever. Birileri, kalbini dahi verebilir ona. Birileri, kalbinin oraya, sol yanına sıkıştırıverir sevdiğini. Birileri ise kalbinin atıyor olmasını, bir başkasının varlığına borç bilir. Ama kimse ruhunu sevmez birinin. Kalbini söküp atacak kadar sever belki birileri ama ruhunu ruhuna katacak ya da katmak isteyecek kadar da âşık olmaz. Çünkü ruh, bu dünyada her insana özel olan tek şeydir ve kimse kendine ait olanı paylaşmak istemez. Kısaca, herkes ruhuyla sevemez.

Umut, elleri arasındaki kahve bardağına eğdiği başını birden bire nedensizce kaldırdığında Çınar da ona çevirmişti bakışlarını. Birbirine kilitlendi irisleri. Bedenlerinin diz dize olması yetmezmiş gibi ruhlarını oturttular bir de yan yana. Yan yana ve el ele...

Aslında Umut bu bakışma sırasında anlamak istiyordu bazı şeyleri. Ya da duymak, görmek, hissetmek... Genç adamı bu kadar üzen neydi bilmek istiyordu. Hayır. Bilmek istemiyordu açıkçası, tek istediği Çınar'ın eskisi gibi olmasıydı. Eskisi gibi mutlu ve umutlu... Neyin ne olduğu o kadar da önemli değildi.

"Seninle nostaljik bir şey yapalım mı?" dedi genç kız, dün gece planladığı düşüncesini eyleme dökmek için sorusunu dile getirdiğinde. Soruyu sorarken bir saniye bile kırpmamıştı gözlerini. Cesaretini toplayıp da kimseye bakamadığı zamanların acısını çıkarır gibiydi şu an.

Çınar, Umut'un sorusundan pek bir şey anlamadığından, garip garip bakmakla yetindi. O bakadursun Umut çoktan kahvesini masaya bırakmış ve Sabahattin Ali'nin sarı ciltli Değirmen kitabını eline almıştı.

Dün yabancısı vermişti bu kitabı ona. Gencer'in kamelyayı terk etmesinden sonra birbirlerine sarılıp Umut'un, Çınar'a ona güvendiğini söylemesinin ardından "Bak, sana ne getirdim." demişti genç adam. Umut duyduğu cümle ile kafasını yabancısının göğsünden kaldırarak gözlerini kurulamış, merakla Çınar'a bakmıştı.

"Bunlar," deyip biri sarı, diğeri koyu pembe ciltli iki kitabı havaya kaldırmıştı yabancısı. "Benim altını çizerek okuduğum iki kitap. Sabahattin Ali'nin ikisi de. Okuduğunu görmüştüm, önce Kürk Mantolu Madonna'yı sonra da Kuyucaklı Yusuf'u. Sanırım şimdi de İçimizdeki Şeytan'ı okuyorsun." ona herhangi bir soru sorulmasa da, yine de başını olumlu anlamda sallamıştı Umut.

METAMORFOZWhere stories live. Discover now