11.BÖLÜM-ANNE İLACI

91 25 5
                                    

ANNE İLACI

Voleybol oynayanlar kan ter içinde koştururken; bir taraftan da yaptıkları hatalara ve topu kurtarma çabalarına kahkahalarla gülüp duruyorlardı. 

Murat Can; hızla gelen bir topu, havaya zıplayarak ters bir voleyle karşılamaya kalkınca kendini boylu boyunca yerde buluvermişti. Dizlerinin acısıyla, hemen doğruldu, pantolonunun paçalarını sıyırdı. Bir dizi kanıyordu. 

Arkadaşları üzüntü ile çevresini sarmışlardı. 

-Çok acıyor mu? birilerine seslenelim mi?

Murat Can; Elsa'ya baktı. Diğerleri, ifadesinden; neredeyse canı yandığı için sevindiğini düşüneceklerdi.

-Sakın ha! diye bağırdı. Tükürüğü ile ıslattığı parmağını yaranın üzerine sürdü. Miguel de diğerleri gibi şaşkın bir şekilde seyrediyordu;

-Hey o yaptığın nedir şimdi? Öööö çok iğrenç! Bari derenin suyuyla yıkasaydın!

Yerdeki çocuğun gözleri sanki çok uzak bir geçmişe bakar gibiydi;

-Ben küçücükken; böyle bir yerde bir yerim incindiğinde yani ilaç bulamayacağımız bir ortamda; annem, önce öper sonrada tükürüğünü yarama sürerdi. Ben de tıpkı senin gibi düşünür "öf anne yaaaa" der, şikayet ederdim. Ama annem sevgiyle gözlerime bakar "bu anne ilacı canımın içi, bak acın hemen hafifleyecek, nasıl geçmeye başladı bile değil mi?" derdi. 

Arkadaşlarına baktı. Başını salladı.

-İnanır mısınız gerçekten de geçerdi, hemen bir anda! Artık; ne zaman bir yerim çizilse, kanasa ben sevinirim. Acıyan yerime tükürüğümü sürdüğümde, sanki annemin dudaklarının dokunuşunu hissederim.

Murat Can, istemeyerek te olsa diğerlerinin kabuk bağlamış yaralarına bir tırnak atmıştı. Gözler doldu. Bir anda hepsi kendi dünyalarına kapanarak oldukları yere çöktüler. Ne yazık ki acıları anne ilacıyla geçirilemeyecek kadar derindeydi.

Konuşulanlardan habersiz Kisho, peşinden koştuğu tavşanı kaybedince, dinlenmek için durmuştu. Etrafına bakınırken tavşanın, derenin karşı tarafında, ormanın içindeki mağaranın ağzında durduğunu gördü. 

Orman zaten yeterince korkunçken mağara; ağzı açık, sesi duyulmayan bir canavara dönüşüvermişti. Dudaklarını büzerek düşündü ve tek başına oraya gidemeyeceğine karar verip arkadaşlarına seslendi;

-Hey bakın orada bir mağara var.

Heyecanlı ses; kara bulutları dağıtıvermişti. Çocuklar Kisho'nun yanında toplandılar. İlerdeki tavşana ve mağaraya baktılar.

-O mağara falan değil resmen siyah bir kuyu. Başımıza dert almayalım boşverin.

-Ama Erin! görmüyor musun tavşancık nasıl mazlum mazlum bakıyor.

-O da ayrı bir dert ya Kisho'cum! Sanki akıllı. neredeyse ön patisini kaldırıp " hadi gelin, neden orada duruyorsunuz?" diyecek gibi. Ayrıca içerde eminim böcekler, örümcek ağları falanda vardır.

-Yapmayın ama- Kisho'nun alt dudağı titremeye başlamıştı.-Lütfen! Ne olursunuz gidelim. Hem çok yakın, bir koşu bakıp çıkarız.

Erin düşünceli bir şekilde aradaki mesafeyi ölçmeye çalıştı;

-Yakın mı? hiç sanmıyorum. yine de sana hak veriyorum çünkü öyle görünüyor. Farkında mısınız ne kadar uzaktayız? Ama sanki iki metre önümüzdeymişçesine görüyoruz mağarayı.

-Sadece mağara değil Erin. Egor; gözlerini kısmış dikkatle çevresini inceliyordu.-Aslında her şeyi öyle görüyoruz yani ben hepimizin öyle gördüğünü sanıyorum. Buda yeni bir şey değil mi? Ne diyorsunuz?

UFUK ÜLKESİOù les histoires vivent. Découvrez maintenant