"on novocain"

3.2K 409 345
                                    

kuroo

beynimin içini kemiren 3. günde de hâlâ kenma ile tek kelime dahi konuşmamıştık. ne antrenmanlara geliyordu ne de mesaj atıyordu. belki yaz tatilinde olmasak onu okulda yakalayabilme ya da en azından görebilme şansım olurdu fakat nasıl olduğundan haberim dahi yoktu.

belki de bunu hak etmiştim. belki de onun isteği dışında bunu yaptığım için yüzünü bir daha görmemeyi dahi hak ediyordum fakat emin olduğum bir şey daha vardır...

yıllardır istediğim o öpücüğü de hak ediyordum.

hiçbir zaman kenma'nın benden hoşlanmamasını ya da sevgilim olmamasını kafama takmamıştım, biz o animelerdeki en yakın iki arkadaştık. ama o işler öyle yürümüyordu. yıllardır sadece varlığıyla yanımda olmasına bile şükredecek kadar değer veriyordum ona.

ama bana aşığım dediğinde bu son damla olmuştu. aşk bu kadar basit bir şey değildi. olamazdı. olsa bile 2 haftadır tanıdığı o aptal çocuk bunu benden daha fazla hak edemezdi.

bunu kendime yediremiyordum.

sinirle elimdeki topu duvara hızla vurup iç çektim ve ardından ellermi ceplerime koyarak evin bahçesinden yavaşça çıktım.

ya sinirliydim ya da canım her zamanki gibi yanıyordu. bu ikilemden çıkamıyordum. sinirliysem bile kendime mi sinirliydim yoksa o çocuğa aşık olduğu için mi sinirliydim? ikilemin içindeki ikilem beni iyice çıkmaza sürüklüyordu.

dakikalarca yürüdüğüm yolda kendimi kenma'nın evinin yakınlarında bulurken, gözlerimi sokağına doğru çevirdim. güneş batmak üzereydi ve bu saatlerde oyun oynadığına emindim.

telefonumu cebimden çıkardıktan hemen sonra kenma'ya düşünmeden mesaj yazdım.

kenma?
hey?
hey?????
???

her mesajı bir dakikanın aralıkla atarken tereddür etmiyordum. bu şekilde süremezdi, bir şekilde yaptığım aptallığı telafi etmeliydim ve onu tekrar kazanmalıydım.

kenmeow:
oyun oynuyorum
siktir git

gelen mesajla kahkaha atarken bunu yazacağından emindim, bana attığı mesajların yarısı bu şekildeydi.

konuşabilir miyiz

kenmeow:
hayır
aptal

camını aç

mesajı gönderdikten hemen sonra evine doğru süratla koştum çünkü istemese bile oraya gideceğimi biliyordu. yani... sonuçta en yakın arkadaşıydım ve hiçbir şekilde beni reddedemezdi.

birkaç dakika sonra evinin önüne geldiğimde, arka çitlerden atlayarak camına doğru yürüdüm ve camının açık olduğunu görünce sırıttım. soğuk görünebilirdi, ama bana karşı yıkamayacağı duvar yoktu. bundan emindim. sadece bir şekilde kendimi açıklamamı beklediğinden emindim.

camı, yerden yaklaşık bir metre yüksekteydi o yüzden hızla zıplayarak ellerimle kenarlarına asıldım ve kendimi yukarı çekerek tanıdık odanın içerisine attım kendimi.

tahmin ettiğim gibi elinde telefonuyla yatağında oturmuş ve sırtını duvara yaslamıştı. gözlerini birkaç saniye bana çevirdi. geldiğime şaşırmamıştı çünkü bilerek camını açtığından emindim.

"hoş geldin demeyecek misin?" gülerek yatağının karşısındaki çalışma masasının üzerine oturdum.

"kendini edward sanıyorsun." homurdanarak elindeki telefonu bıraktığında bu şakasına kahkaha atmıştım fakat o zaman gözlerini tam anlamıyla görmüştüm.

iyice uzayan saçlarını arkadan toplamıştı fakat bu yine de ön tutamlarının yüzüne doğru düşmesine engel olamamıştı. gözleri kızarıktı ve göz altları her zamankinden daha da berbat görünüyordu. o an ağladığını fark etmiştim.

"kuroo..." mırıldandığında burnunu çekti.

sesi de ağlamış olduğu gerçeğini doğrularken kaşlarımı çatarak oturduğum yerden doğruldum.

bir sorun olduğu ortadaydı.

"neyin var?" ciddi ses tonuma bürünerek yanına oturmak için kalktığımda elleriyle yüzünü kapattı, ne kadar sessiz olmaya çalışsa da ağladığını fark etmiştim.

belki de özleyen sadece ben değildim.

"shoyo ile ayrıldık."

lacuna | kurokenWhere stories live. Discover now