Q u a t r e

871 121 53
                                    

Taşıdıkları yağmurun ağırlığıyla her geçen dakika biraz daha alçalıp seranın cam tavanında griye boyanmış gibi illüzyona neden olan bulutlar seyirlik gösteri sunuyordu ama o sırada karşılıklı halde ayakta durmuş, biri açıkça diğeri kaçamak bakışlarla birbirini süzen iki kişinin, bu gösterinin tadını çıkardığı söylenemezdi. Doğanın değişik tonlarındaki yeşilini ve bulutların baskın grisini birbirinden ayıran cam bir akvaryumun içinde olduklarından haberleri yokmuş gibiydiler.

Yanındaki saksıdan taşmış yapraklardan birkaç ton daha koyu yeşil elbisesiyle seranın parçası gibi görünen, kaçamak bakışların sahibi genç kadın saçlarındaki yapraktan habersizdi. O sırada Matmazel Aubina'ya çamur içindeki kıyafetlerle yakalandığı sekiz yaşından beri kendini bu kadar gergin hissetmediğini düşünüyordu. Paketlenmiş tohumlar ve ekilmeye hazır haldeki saksıların bulunduğu tahta masaya yaslanmış şekilde kendini süzen adam, Matmazel Aubina kadar ürkütücü bakmıyordu oysaki.

Hayır, müşfik bakışlarla aydınlanmış yüzünde ürkütücü olmaya dair en ufak biz iz yoktu ama Elizabeth seradaki tüm bitkilere rağmen aldığı nefesin yeterli gelmediğini hissediyordu.

İçinde bulunduğun duruma suçluluk deniyor Lizzy, en kötüsü de suçlu olduğunu biliyorsun.

"Beni anlamanız gerek Sir Chane..."

"Henüz bir şey anlatmadınız Miss Elizabeth."

Sir Chane, Elizabeth'in sıkıntılı bir nefes verişin ardından kaşlarını çatmasını izlerken dikkatli bakışlarının onu daha da gerdiğini bilmiyordu. Titreyen ellerini elbisesinin önünde birleştirdikten sonra, hâlâ bir açıklama bekleyen adamdan çektiği bakışlarını eteğindeki küçük lekeye yöneltmişti genç kadın.

Çay lekesi.

Sabahki ufak kazayı unutmaya çalışıp anlatacaklarını toparlamak için takındığı sessizliği dağıtan, adım sesleri oldu. Toprak zeminde sıralı yassı taşların arasından boy vermiş yabani otları inceliyordu ki görüş açısına bir çift erkek çizmesi girdiğinde şaşkınca başını kaldırdı ama çizmelerin sahibinin yaptığı hareket onu gafil avladı.

"İzninizle, ne düşündüğümü söyleyeyim," diyerek Elizabeth'in saçındaki sarmaşık yaprağını alan Sir Chane'in aklından ne geçtiğini anlamak zordu zaten, Gloucestershire'dan bile duyulabilecek şiddetteki kalp atışları yüzünden de adamın konuşmasının ilk kısmını kaçırmıştı.

"...sizi yargıladığımı düşünmeyin Miss, yıllardır sadece hayaletlerin kol gezdiği bu topraklarda oluşturduğunuz sisteme hayranlık duyduğumu belirtmeliyim."

Artık bir hayranın var Lizzy.

Adam, yüzüne bakmak yerine çizmelerine bulaşan çamuru izlemeyi tercih eden bakışlara denk gelebilmek için başını eğince alnına dökülen perçemi geriye itmekle uğraşmadı bile. Kadın ısrarla ona bakmaktan kaçındığı için adamın gözlerindeki mavilerin, saçlarındaki altın rengi pırıltıları taklit edercesine yanıp söndüğünü görememişti.

"Ama tehlikeli bir iş yaptığınızı da kabul etmeniz gerek, düşünün; gizemli karışımlarınızı temin ettiğiniz toprağın hayaletlerden beslendiğini kasaba halkı öğrenirse ne olur?"

Orta Çağ fanatikleri tarafından kazığa bağlanıp yakılırsın.

Aklına gelen ihtimal o kadar olasıydı ki yanan odunların kokusunu hissetti genç kadın. Sir Chane ise sonunda yüzüne çevrilen panikle irileşmiş gözlere bakarak konuşmaya devam etti.

"İnanın bana Miss, insanlar hayaletlerden daha korkutucu olabilir. Bu yüzden size bir teklif sunuyorum, malikaneyi açtıktan sonra resmi olarak serayı düzenlemek için size vereceğim görevi kabul edin. Aksi halde..."

LE CHÂTEAU BLEUWhere stories live. Discover now