S e i z e

567 86 35
                                    

Sahnelenen bir oyunun en önemli unsurunun dekor olduğuna inanırdı Elizabeth. Aksi halde yazılanlar alelade bir kadın yahut erkek ile canlandırılabilir, anlatılmak istenen, izleyenlere asla ulaşmadan sahnede dekora dahil olurdu. Oysaki dekor, oyunun bir parçası olmalıydı; oyun, dekorun değil.

Kızılın ölüm tonuna bürünmüş büyükçe bir sahnenin ürpertici etkisini artırmak içindi sanki kuytulara sinsice yerleşmiş gölgeler. Ya pencereden içeri girmeye çalışan şimşek ve gök gürültüsü? Onları yatıştırmak için usul usul yağan yağmur?

Gotik edebiyat ürünü olan bir eserin sahnelendiği hissini yaşatan, çığlığı mıydı yoksa? Sesindeki çağrıya koşup gelmeleri gerekirdi malikane sakinlerinin; yaşayan sakinlerinin. Belki de dehşetini dışa vurma konusunda yeterince inandırıcı değildi genç kadın.

Tecrübeli bir çığlık için kaç ölümle yüz yüze gelmesi gerekiyordu ki? Aynı gün içerisinde iki ölü bedeni yeterli bulmamış mıydı bünyesi ki kendini asla ölüme aç olarak tanıtmazdı. Gerçek mi yoksa zihninin bir oyunu mu olduğuna karar veremediği asılı haldeki bedenle tek başına yüzleşmesi gerektiğini kavradığında fısıltıyla seslendi.

"Bayım?"

Solgun bir ışık huzmesi vitraylı camı aşıp bedeni aydınlığa taşıyınca attığı adımlara son verip nefesini tuttu. Oradaydı işte, karşısında; canlı olarak son kez karşılaştıklarında kendisinin baygın olduğu adam, malikanenin uşağı Gustave, ceketi ve gömleğinin zıt renkleriyle yıkanmış gibi görünen teninde ağırladığı ölümle.

Vitraydaki kadın figürü canlı halde dekora daha fazla inandırıcılık katacağını düşünmüş olmalıydı ki normalde havaya kaldırdığı elini saçlarını geriye taramak için kullanıyor, küstah bir gülümsemeyle kıvrılan dudakları Elizabeth'e meydan okuyordu.

Birkaç korkak adım daha.

Birkaç titrek nefes.

Birkaç olarak nitelendirilmek için fazla hızlı kalp atışları.

Yeteri kadar yaklaştığı cesedin eline dokunmak için uzanırken duraksadı, beyaz eldivenli görmeye alıştığı eller, ölümün mavisine boyalıydı artık. Bakışlarını bir kez daha kaçamak şekilde odanın kuytularındaki gölgelerde gezdirdi. Kulaklarını istila eden fısıltılar giderek zayıflıyordu ama görüntüler yerli yerindeydi; kısa bir an dokunduğu tende maviye eşlik eden kırmızı bir leke bırakarak nabzını kontrol ettiği adamın ölümünün ilanını bekliyorlardı hevesle.

Bunu yapacak cesareti taşıdığına emin değildi; ayakları geri geri giderken adamı tek başına indiremeyeceğine kanaat getiren mantığı, yardım çağırması için ses tellerine bir kez daha hükmedecekken aralık haldeki kapının kanadı duvara çarparak hızla açıldı. Geriye attığı bir adımla ayaklarına dolanan pelerini az kalsın düşmesine neden olacaktı ki çarptığı sert bedenin sahibi tarafından nazikçe tutulunca sığındığı kolların rahatlığının, bedenini sarmasına izin verdi Elizabeth.

"Miss Elizabeth, benimle gelin, çıkarayım sizi buradan."

Sir Chane ile birlikte odaya giren Mr. Henry ve iki genç adamı, zihnini işgal eden gölgelerden ayırt edebiliyordu artık. Serzenişte bulunmasına gerek kalmadan uzaklaşma isteğini hisseden adamın eşliğinde odadan çıktı fakat birbiriyle yarışan düşüncelerinde kaybolmuşken  adım atmak bile işkence gibi geliyordu genç kadına. En azından odaya ulaşana kadar Sir Chane'in koluna girmiş olmasını şans olarak görüyordu çünkü tek başına o mesafeyi kat edebilecek kuvvete sahip değildi.

Koridor boyunca sıralanmış kapıların önündeki meraklı bakışlardan kaçabilmek için gözlerini çıplak ayaklarına dikti; çıplak oldukları tartışılabilirdi çünkü giderek boya olduğuna daha çok ikna olduğu kızıllığı örtünmüştü teni. Bu renkten hoşlandığı söylenemezdi fakat duyduğu korku yeni eklenmişti hissiyatına. Ensesindeki şişlikten yayılan ürpertiyle bakışlarını, ruhunu sükunete erdirecek kişiye çevirdi. Sir Chane'in bakışları ise Miss Julianne'in odasının kapısının önünde gözleri korkuyla irileşmiş halde bekleyen Miss Lillian'ın üzerindeydi. Kelimelerin ardındakileri anlayabilme becerisini tersine çeviren adamın sessiz ikazıyla toparlanan Miss Lillian'ı geride bırakırken malikane sakinleri üzerinde kontrolü sağlamak için harekete geçtiğini işitebiliyordu genç kadının.

LE CHÂTEAU BLEUWhere stories live. Discover now