D o u z e

702 105 48
                                    

Yağan yağmura rağmen fazlaca hızlı giden araba, yoldaki boşluklara denk geldiğinde tehlikeli şekilde sarsılıyordu. Sıralanmış evlerdeki perdelerin gizlemekte yetersiz kaldığı simaların şaşkın bakışlarının farkında olmayan yahut farkında olsa da umursamamayı seçen arabacı, üzerindeki yağmurluğun korunaklı kuruluğundan olsa gerek neşeli bir ıslık çalıyordu. Atlar ise hızlarına gem vurulmamasından memnundular, kendilerine tanınan bu ayrıcalığın altındaki güveni boşa çıkarmamak adına, yönlendirilmelerinde büyük payı olan ıslığın melodisine ayak uydurmaya çalışıyorlardı.

"Az kaldı Miss. Neredeyse vardık."

Yağmura karışsa da belli belirsiz kulağına ulaşan ıslığın kesilmesinin akabinde arabacının seslendiğini işitince sırtını dikleştirdi genç kadın.

Avucunda buruşturduğu, belki gözyaşından belki yağmurdan ıslanmış gazete kağıdının köşesinden Saturday Post, Aralık 8, 1867 kelimeleri okunuyordu. Apar topar hazırlanıp Painswick'e dönmeye karar verinceye kadar kaç kere okuduğunu unuttuğu buruşuk gazeteyi eliyle düzelterek tekrar göz gezdirdi. İlk okuduğunda matbaadan henüz çıktığı, parmaklarındaki mürekkep lekelerinden anlaşılan dedikodu gazetesini, cebindeki bozuklukları caddedeki ufaklığa vermek için öylesine almıştı.

MAVİ SAKAL GERİ Mİ DÖNDÜ?

Dikkat çekici olması için birkaç kat büyük ve koyu tonda basılmış başlığın Elizabeth'de uyandırdığı endişe hissi kasabaya varana dek peşini bırakmamıştı.

"Ah, zavallı Miss Julianne! Nasıl olur? Nasıl?"

Saldırgan başlığına rağmen talihsiz bir kaza sonucu merdivenlerden düşerek yaralandığı şeklinde yazılmış Miss Julianne ile ilgili haberi malikaneden kimin sızdırdığını bilmiyordu genç kadın. Ama eğer bu olmasaydı, bir haftadır uğramadığı malikaneye gitmeyi biraz daha erteleyecekti.

Aniden duran araba ile hafifçe öne doğru savrulunca yüzünü buruşturdu. Mortis'i bırakarak kasaba dışında bir işi olduğunu haber verdiği tek kişi, Mr. Andrew, yokluğunda karışımlarına ihtiyaç duyacak hastaları idare edebileceğinin sözünü vermekle kalmamış, adını söylememekte ısrarcı olan bu tuhaf arabacıyı bile ayarlamıştı yolculuğu için.

Giderken yaptığı rahat yolculukla geri dönerken yaptığı yolculuk arasındaki fark -bu intihar sürüşüne yolculuk demek ne kadar doğruydu, bilmiyordu- arabacıdan kaynaklanmıyordu aslında. Sorun, Elizabeth'in olabildiğince çabuk lafını yeterince açıklamamasıydı.

Belki de ricanın devamında, yolculuğu canlı tamamlamak istediğini eklemeliydin Lizzy.

Hızla atan kalbi, canlı olduğunun kanıtıydı. Yine de vücudunu hareket ettirerek kendini kontrol edecekti ki gürültüyle açılan kapı yüzünden irkilince buna gerek kalmadı.

"Miss? Sizi karşılayacak biri var mı? Çantanızı taşımada yardımcı olmamı ister misiniz?"

"Hayır!"

Abartılı bir coşkuyla yaptığı itiraz, adamın kaşlarının çatılmasına neden olunca yumuşak bir sesle devam etti.

"Yani, oldukça yorulmuş olmalısınız, hem çantam o kadar ağır değil."

Adamın uzattığı eli reddetmeyi göze alamayarak yardımını kabul ettikten sonra sözlerini desteklemek için çantasının sapını kavradı.

"Teşekkür ederim bayım, gerçekten."

Bakışları ışıldayan adamdan hoşlanmasını, kendisinin de en az onun kadar tuhaf olmasına bağlamıştı.

"Rica ederim Miss. Mr. Andrew'e selamlarımı iletmeyi unutmayın."

LE CHÂTEAU BLEUWhere stories live. Discover now