Q u a t o r z e

653 91 27
                                    

"Sevgili Isabella,

Son mektubumla bugün postalayacağım arasındaki uzunca süre için üzgünüm. Painswick'te kış, oldukça zorluyor bu yıl."

Asıl zorlayan nedenin Mavi Sakal diye benimsenmiş Sir Chane olduğunu okumaktan hoşlanmazdı arkadaşı. Üstelik onu malikaneden uzak durması için uyarmışken bir de mektubu postaneye teslim ettikten sonra hayaletlerin arasına ziyarette bulunacağını bilse Matmazel Aubina'yı peşine takıp yanına gelmeye dahi kalkışırdı.

"Rutin seyrediyor hayatım, benim için endişelenmeni istemiyorum. Zorludan kastım, kasabanın her zamankinden daha çok, karışıma ihtiyaç duyması..."

Malikanedeki hayaletlere karışmamak için direnen Miss Julianne'e bir nebze de olsa yardımının dokunması için doktoruna danışarak hazırladığı bitkisel merhemi götüreceğini de yazmamıştı elbette mektubuna.

"Uzun uzun yazmak istiyorum sana, biliyorum, kafanda Mavi Sakal'la ilgili çeşitli sorular var fakat beni tanıyorsun, dedikodulara katılmadığım gibi duyduğumda da umursamazlık tıkacıyla kulaklarımı tıkıyorum."

Mektubun bu kısmını okurken hayal kırıklığıyla içini çekeceğini bilecek kadar iyi tanıyordu arkadaşını. Aslında yalan söylemekten de dedikodu kadar hoşlanmıyordu, gerçeklerin üzerini örtmenin tam olarak yalan sayılmayacağı düşüncesiyle avutmuştu kendini. Yanında olsa yaşadıklarını paylaşabilirdi onunla ama kaleme alınmış kelimeler, sözlerden daha tehlikeliydi. Eğer yazsaydı, her şekilde Sir Chane'den bahsetmek zorunda kalacaktı. Bu hakkı kendinde bulmuyordu.

Mektubunu daha zararsız birkaç konudan bahsederek bitirdiğinde aklının bir parçası, önceki gün aldığı kanlı nottaydı, dolayısıyla Sir Chane'de. Böyle olduğu halde dalgınlıkla ondan bahsetmeden yazmayı bitirmiş olmasını ciddi bir başarı olarak görmekte kendince haklıydı.

Postaneden çıkıp malikaneye giden patikaya saparken de dalgın hali devam ediyordu. Bakışlarını, patika boyunca onu takip eden sık çalıların üzerine dikmesinin nedenini bilmiyordu. Tuhaf bir şey olduğu kesindi, sadece ne olduğunu anlayamıyordu.

İki gündür kar yağmıyor Lizzy.

Kar.

Hayır, bir düğün çiçeği, Noel gülü.

Helleborus Niger.

Birbirinden bağımsız ikiliyi buluşturan beyazlıktı ilgisini çeken. Belli aralıklarla çalılara iliştirilmiş, uzaktan kar tanelerini andıran düğün çiçeklerinden birine yaklaşıp çekingen bir tavırla yapraklarına dokunduğunda etrafını saran tuhaflığın devam ettiğini hissetse de gördüklerine anlam veremedi.

İki pelerininden gri olanı hâlâ üzerinde gecenin nemini taşıdığı için kırmızı örgülü, Edith- Judith kardeşlerin hediyesi olanı giymek zorunda kalmıştı. Tonu bordoya yakın da olsa çocukça bir hisle, tanınmamak için kukuletasını iyice yüzüne indirmişti. Bu yüzden etrafını net göremediğini düşünüp umursamamıştı onları.

Ama işte, dokunuyordu bir tanesine.

Gerçekler, Lizzy, en az üzerindeki tuhaf pelerin kadar.

Çiçeklerin eşliğindeki yolculuğun vermesi gereken huzurun yerine öyle bir sıkıntı yerleşmişti ki göğsüne, attığı her adımla felakete çekildiğini düşünmekten kendini alamıyordu.

Nitekim etrafını incelerken hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu kalbi; heyecan ya da mutlulukla değil, korkuyla. Sonuncu çiçeği eline alıp kokladığında kapısına bırakılan ilk notu anımsamıştı çünkü, iris çiçeğinin ölüm için fazla zarif olduğuyla ilgili cümleyi.

LE CHÂTEAU BLEUWhere stories live. Discover now