warm

2.7K 206 16
                                    

Atlas geri döndüğünde neredeyse üstünden 45 dakika geçmişti. Güneş iyiden iyiye batmaya başlıyordu. Atlas'la günün en sevdiğimiz saatleriydi. Şafak. En sevdiğimiz andı.

Ve ben heyecanla neler olacağını beklerken sonunda geldiğinde bitkin görünüyordu. Kendini yanımdaki yere attı. Aynı zamanda kafası karışmış şaşkındı.

"Ee?" dedim hevesli görünmemeye çalışırken. "Beni hala öldürmek istiyor mu?"

"Evet," dedi karşıya bakarken. "Haksız değil. Olmadığını biliyorsun. Doğru değildi."

"Ama umurunda olmadı."

"Evet," diye mırıldandı tekrar. Düşünceliydi. Ne düşündüğünü bir bilebilseydim. Bir şekilde her şeyini anlayabilseydim eğer...

"Galiba bir an için Emmet'ın sevdiği kız olma oyunu hoşuma gitmişti."

Kalbim korkuyla geriye gömüldü.

"Bu da ne demek oluyor?"

"Diamond aramızdan geçeni kimseye söylemeyecek. Endişe etmen gereken bir şey yok. Olayı büyütecek kadar ortalıkta bir şeyin olmadığını görebilecek kadar olgun bir kız. Ama bana... saçma birkaç şey söyledi."

Dizlerine koyup sıktığı ellerinden birini almaya çalıştım fakat çabucak kendini kurtardı.

"Ne? Ne gibi?"

"Dedi ki... seni uzun süredir tanıyormuş. Yani en azından nasıl biri olduğunu biliyormuş ve konu ne zaman bana gelse ya da ben orada bulunsam," yüzünü çevirip gözlerimi inceledi. Göz kapaklarımın üstündeki nokta nokta gözeneklerden alt kirpiklerimin döşendiği noktalara kadar hem de. "Nefesini tutuyormuşsun. Elin göğsüne gidiyormuş. Gözlerini sürekli kırpmaya ve... etrafı duymamaya başlıyormuşsun. Bunca zaman benden nefret ettiğin için böyle tepkileri verdiğini düşünüyormuş. Şimdiyse daha mantıklı geldiğini söyledi."

Sessiz kaldım. Bunların farkında değildim. Yapıyor muydum? Yapıyor olmalıydım. Diamond bunları ne zaman görmüştü? Diamond'ın yanında Atlas'ı çok sık görmüş müydüm ki? Hatırlamıyordum. Diamond ile Atlas'ı yan yana hatırlamıyordum. Aslında nedeni açıktı. Atlas bir yerde olduğundan ondan başka şeye odaklanmak imkansız hale geliyordu. Bu yüzden Diamond ile resimleri birleştirmek elbette zor oluyor olmalıydı.

"Shawn?"

Atlas'ın yüzü korku doluydu. Endişe. Her an patlamak üzere olan bir öfke bombası gibi.

Ama ben artık korkmuyordum.

"Evet?"

"Sana bunu yapmak istemiyorum."

Önce neyi yapmak istemediğini soracaktım ama sonra zaten cevabı bildiğimi fark ettim. Eğer ona kapılacak olursam beni üzmekten korktuğunu, çekindiğini söylüyordu.

Anlıyordum.

"Yapmayacaksın," dedim kuru bir sesle. "Diamond ne dediğini bilmiyor."

Gülümsedi ancak hala kararsız gibiydi. "Aramızdan geçenlerin önemli olmadığını söylerken de ciddiydin değil mi? Çünkü ben sana... kesinlikle katılıyorum. Sadece eğlence içindi."

Boğazım daha fena dolandı. Nefes borumu tıkar çeşittendi hem de.

"Evet, evet. Elbette öyleydi."

Gülümsemeye çalıştım.

Gerçeği ben ve aklım biliyorduk.

Atlas Zec'e deli gibi aşık olmaya başlıyordum. Ve bu öyle bir düşme hissiydi ki artık durmayı unutmuştum.

***

Sanırım oturduğum yerin sevdiğim en güzel özelliği bana ait kocaman bir orman sunmasıydı. Güneş ışıklarının gür yeşilliklerin içinden geçtiği patikadan tepeye, dağa doğu çıkarken tüm ağaçların çevrelediği açık bir kırlık vardı. Güneş oraya açık olarak vurduğundan genelde sıcak olurdu. Koyu yeşil çimleri, canlı leylakları, temiz havanın ciğerleri yakacak kadar temiz olan kokusu...

İstediğim her şeye burada sahiptim aslında.

Ontario'yu bu denli sevme sebeplerimden bir başka neden de buydu. Her yerinde size sunulan bir armağan vardı. Aşırı sakin, sıkıcı ve dingin olabilirdi belki ama küçük ayrıntılarıyla beraber size özel bir dünya bile olabilirdi.

Kalabalık, gürültülü ve durmadan telaş içinde yaşayacağım bir yeri hayal bile edemiyordum.

"Neredeyse saatlerdir yazı yazıyorsun," diye mırıldandı Atlas. Leylakların arasında, yanımda otururken kendini beğenmiş bir gülümseme vardı yüzünde.

"Bu deneme ödevi ne zamana haberin var mı?"

"Evet," dedi bana daha çok yaklaşıp. Kalemi tutmakta olduğum elimi, eliyle sardı. Böylelikle kalem elimden kayıp gitti. Çimlerin üstünde, sırtımızı sıcacık ısıtan kırın içinde sadece ikimizin olduğu bu yer kuşlar öterken sessizlik içinde oldukça huzurlu görünüyor olabilirdi.

Ama Atlas ve bakışları her zaman tehlikeye, bir adrenaline davetti.

İkimiz de aynı anda birbirimizi öpmek için yaklaştık ama birden döndüm. Sertçe elimi sıkıp ondan uzaklaşmaya kendimi zorladım.

"Buna başlarsak," dedim derin bir nefes alıp kendime hakim olmak için gözlerimi kapattım. Teninden yayılan koku burnuma doğru geliyordu. Alnı neredeyse alnıma yaslıydı. "Duramam. Ve ödevim..."

Elimde tuttuğum kitabı ve 1000 kelimeye tamamlamak üzere olduğum denemeyi yere attı. Bir anda sırtım çimlere gömülüyken, üstümdeydi.

Ve yine resmen güneş gökyüzünde yerini değiştirene kadar öpüştük, konuştuk ve güldük. Beni tekrar öptüğünde sıcak basıp, pembeleşmiş yüzüne düşen saçı çektim. "Biliyorsun burada... o işi yapamayız."

Kahkahası ağaçların arasında yankılandı. Ve ormandan çıkıp şehre giden küçücük bir güzellik olduysa bugün o da Atlas'ın kahkahası olmuştu. Öylesine doğal, içten ve duruydu ki...

"Biliyorum," dedi eli kemerimden tişörtümün yakasına kadar bir yol izledi.

"O halde neden buraya benimle geldin?" Bunu sesli düşündüğüm için söylüyordum. Bir yandan gülüyordum ama... gerçekten merak etmiştim. "Sonuçta ders çalışmak için buraya geldiğimi biliyorsun."

Omzundan düşmüş hırkasını düzeltti. Saçlarını geriye atıp at kuyruğu yaparken başını sallıyordu. "Evet," dedi nefesini düzenleyip. Gözleri benimkilere direk olarak bakıyordu. "Öylesine bir şeylerden laflayıp, güleceğim pek kimsem olmuyor."

Hiçbir şey söylemeden ona bakmaya devam ettim. Sadece kuşlar, tatlı tatlı esen meltem, Atlas'ın üstümde yarattığı güven verici sıcak ağırlık... Tüm bu huzur verici şeylere rağmen kalbim deli gibi atıyordu. Ve umurumda da olmuyordu. Beni rahatsız eden bir şey değildi bu. Sadece gülümsememek ve ona bakmamak imkansız gibiydi.

"Neye bakıyorsun aptal? Yoksa yine mi beyin fonksiyonların durdu?"

Gülüp hırkasından onu kendime çektim. Onu öpeceğimi sandı ama yanıma alıp benim gibi göğe bakarak uzanmasını sağladım.

"O halde tadını çıkaralım."

Ben gökyüzüne bakarken onun bana şaşkınlık içinde baktığını fark ettim. Ben de ona aynı bakışı yolladım. "Ne var?"

Kendi kendine gülüp gözlerini sonunda görmek için dört gözle beklediğim gökyüzüne çevirdi. Ne zaman lacivert gözleri göğün mavisiyle birleşse orası Atlas Okyanusu oluyor, beni de içinde boğuyordu.

"Hiç," diye mırıldandı gülümserken.

flying in the atlas // mendesWhere stories live. Discover now