warm

2.5K 217 26
                                    

Sonunda merdivenin altındaki dolapların birinde ilk yardım çantası bulduğumda diğer yandan ayağıma batmış olan kırıkları çıkarmakla uğraşıyordum.

Yukarı hızlıca çıkıp Atlas'ı bıraktığım gibi bulunca rahatlayarak bir iç çektim. Arkasındaki camların batmaması için onu yan oturtmuştum.

Yavaşça yanına çömeldim. Küvetin önüne tutundum. Gözlerine bakmaya çalışıyordum fakat beni görmüyordu. "Atlas... sana yardım etmem gerekiyor."

Gergince mermeri tuttu. Bana kızgındı. Ancak yorgundu. "Eğer bana izin verirsen gideceğim. Tamam mı? Seni bu koca evde yapayalnız bırakacağım." Kendi kendime güldüm. Hah, yapayalnız.

Sanki öncesinde çok kimsesi varmış gibi.

Hangi aile kızına bu işkenceyi yapardı?

Ama bu hikayeyi bilirdim. Miras sahibi planlı, zeki, kusursuz yakışıklı çocuk ve plansız bir şekilde doğan minik prenses.

Elbette ağabeyi kadar sevgi göremeyecekti asla.

Başını salladı. Üstündekileri çıkarırken kollarını kaldırdı ama tir tir titriyordu. Küvete girmek zorunda kaldım ama rahatsız olmaması için eşofmanımı çıkarmadım. Suya öyle girdim. Arkasında durdum. Elimden gelen tüm nezaketim ve hassaslığımla batan camları bazen cımbızla bazen de el yordamıyla çıkarıyordum. Cımbızla çıkarıp, ılık su ve tentürdiyotlu pamuğu kızaran yere yavaşça sürdükçe rahatlıyordu. Uyumak istediğini anlamıştım, çünkü git gide rahatlamayla omuzları da çöküyordu.

Yere düştüğünde sırtı da bir an için zeminle buluşmuştu. Bu yüzden kırıklar omuzlarına kadar çıkmıştı. Önümde çıplak olmak istemediğini biliyordum, şu an ona zaten dokunmak istemiyordum.

Dokunmak istiyordum aslında. Ama sarılmak gibi. Sırtındaki izleri yatıştıran dokunuşlar gibi.

Herkesin Atlas Zec'e olan hayalleri gibi değildi yani bu dokunma isteğim.

Tüm cam parçalarını temizlediğimden emin olduğumda hızlıca küvetten çıkıp cam parçalarını doldurduğum kovayı çöpe boşalttım. Eşofmanı çıkarıp musluğun içine attım ve boxerımın bu sayede daha hızlı kuruyacağını umdum.

Havluya sarıp yatağa gitmesine yardımcı olduğumda giyinme zahmetine bile girmedi. Sadece üstünü çabucak yorganlarla kapadı ve yastıklarına gömüldü.

Yorgundum. Bitkindim. Tamamen içsel olarak çökmüştüm ve sabahın köründe uykusuzluktan delice bir baş ağrısına sahiptim.

Odasını da temizledikten sonra kuruması için bıraktığım eşofmanımı boxerımla banyoda değiştirdim. Atlas'ın uykuya daldığından emin olmak için geri döndüm. Yastığımı çoktan kendisine almış, sımsıkı sarılıyordu. Yüzünde rahatlamış bir ifade vardı. Neredeyse gülümser gibi.

Ben ne söylersem söyleyeyim rüyalarında ne gördüğü asla değişmeyecekti.

***

Okula gitmek iyiden iyiye tam bir eziyete dönüşüyordu. Hele ki 10. sınıflardaki kızlar benden nefret ederken. Evet, inanın ben de pişmanım. Diamond daha iyisini hak ediyor, böyle olmamalıydı ve-- oh, o da ne? Diamond Travis Cooper'ın onu ellemesine izin mi veriyordu? Kesinlikle.

Lisede olduğunuzda hayatınıza bu şekilde devam ederdiniz işte.

Ben neden beceremiyordum?

Atlas elbette okula gelmemişti. Ağabeyinin onun için izin aldığından emindim.

Sınıfa girip kendimi sıraya attığımda Matt bir hayalet görmüş gibi irkildi.

"Dostum... berbat görünüyorsun."

"Sağol, Matthew."

Gilinsky, Johnson ile konuşmasına beni görünce ara verdi. Hızlıca yana dönerek beni inceledi. Belki saçım başım darmadağın, tişörtümle kotum kırış kırış ve ayakkabılarımın bağcıklarını bağlama zahmetine bile girmemiş olarak çapak dolu gözlerimin kızarıklığının yanında bir de altında neredeyse yere düşecek olan morluklarla...

En iyi halim olmadığını ben de söyleyebilirdim.

"Yolda gelirken tır çarpmış olabilir mi?"

"Ya da üniversite kabul mektubun?" Matthew tekrar aptalca bir öneride bulundu.

Başımı iki yana salladım. Kolumu öne uzatıp kafamı yasladım. Uykusuzluktan başım deli gibi ağrıyordu. Sabahın köründe evime gitmiştim. Uyuyamamıştım. Üstümü değiştirme ya da banyo yapma zahmetine bile girmeden okula aynı şekilde ,annem beni göremeden, erkenden çıkmıştım.

"Atlas'la ilgili olduğundan eminim. Diamond sonunda canına okumuş olmalı."

"Hiçbir şey yapmadı." Zorla kendimi kaldırdım. Kafeteryadan aldığım üçüncü kahvemi yudumluyordum. Uyanık kalmak zorundaydım.

"O halde sorun ne?" Gilinsky sessizce bana doğru eğilip güven veren bir ifadeyle baktı.

"Sorun yok. İyiyim. Her şey yolunda."

"Ah hadi ama. Seni tanıyorum adamım."

Etrafı kontrol ettim. Bizi dinleyen birileri yoktu fakat yine de emin olmak istiyordum. Bahar tatili iyice yaklaşmıştı. Etrafa baktığımda ısınan gülümsemeler, çiçekli elbiseler ve kahkahalar görüyordum. Benimse görmek için yanıp tutuştuğum, hissetmeyi istediğim tek şey soğuktu. Atlas'ın soğukluğu bile beni yakmaya yetiyordu. Çünkü zaten ben onun için hep yaklaşılmaması gereken bir ateştim. Onu söndürmemden korkuyordu. Gerçekler farklıydı.

Beni donduracak şey oydu.

"Sonra konuşalım."

Asla sonra konuşmadık.

Dersler gittikçe hızlanıyordu. Sınavlar, ödevler, projeler, antrenmanlar... SAT sınavı, okul ortalamam hepsi gelip geçiyordu. Günler hızlıydı. Çünkü düşüncelerimle o kadar kavga içindeydim ki yetişecek başka bir şey bulamıyordum.

Tüm sorumluluklarımı düşüncelerimden kaçmak için kullanıyordum.

Atlas yoktu. Göremiyordum onu. Yine olmuyordu. Sanat Tarihi dersleri artık anlamsızdı. Kimya derslerinde yüzünü buruşturan sevimli bir yüz göremediğimden artık onlarda anlamsızdı. Her şey.

Benden yine kaçıyordu.

Bahar balosuna gitmedim. Çünkü Atlas'ın orada olmayacağını biliyordum. Evine gitmek istiyordum. Ama beni kovması ihtimaline dayanamıyordum bile.

Odamda kalıp yatağımda uzandım. Tavanı izliyordum. Atlas şu an ne yapıyordu? Ağlıyor muydu? Yine Emmet'ı düşünüyor muydu?

Kendine eziyet çektiriyorsun aptal. Sürekli senden kaçan bir kız için aylardır böyle acınası bir haldesin. Sen hayattan zevk alan bir çocuktun sersem herif. Sırf bir kız için. Yıllardır nefret ettiğin hem de. Antrenmanlarda oynamak ve sınavlara çalışmak dışında bir şey yapmıyorsun şimdi. Arkadaşlarınla bile konuşamıyorsun. Kopuyorsun hayattan. Sırf Atlas'ı rüylarında görebilmek için saatlerce uyuyorsun, uyandıktan sonra bile uyuyorsun. Hiç durmadan.

Komidinimin üstünde duran uyku haplarından birini alıp hızlıca yuttum. Işıkları kapattım. Uykuya dalmak için beklemeye başladım.

Uykuya dalmak için hep kendime sorduğum soruları sormaya başladım. "Bugün yemek yedim mi?", "ne kadar yedim?", "ne yedim?", "Matt ve Gilinsky ile konuştum mu?", "eve gelirken hangi yolu kullandım?", "uzunu mu kısayı mı?"

Bugün Atlas'ı kaç kere düşündüm? Bin kere mi? Milyon kere mi?

flying in the atlas // mendesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin