warm

2.4K 194 51
                                    

Telefonu attığım yerden aldım. Hırkamı ve kotumu olabilecek en hızlı şekilde şekilde giydim. Şarj makinemi çantama attım. Cüzdanıma kumbaramdaki tüm paraları doldurdum.

Annemin odasından acil durumlar için bıraktığı kredi kartlarından birini alırken mantığım kırmızı alarmı veriyordu.

Ne yapıyorsun? Aptalsın. Annen seni öldürecek. Onun nerede olduğunu bilmiyorsun bile. Ya hiç bilmediğin bir yerdeyse? Ya--

Kapa çeneni. Kapa şu çeneni.

Şu an Atlas'ı istiyordum ve başka önemi yoktu.

Kartı cüzdanımın içine koydum. Kulaklığımı da aynı şekilde fırlattım. Ne olur ne olmaz diyeyse de başka bir kot ve kapüşonluyla buzdolabından kaptığım hazır sandviçi.

Arabanın anahtarını kaptığım gibi Atlas'ın evine doğru yol aldım. Muhtemelen planımın kilit noktası buydu. Her şey Aleksandar'a bağlıydı.

***

Beni eve kolay kolay almayacağını biliyordum. Bu yüzden ne olursa olsun kapıda kalacağıma dair kendime yemin etmiştim. Dönüşü olmayacaktı.

"Geldim! Tanrım, bekleyin biraz!"

Ağabeyinin sesini duyunca çantamın kayışlarını daha sıkıca tuttum. Geceye doğru iyice ilerliyorduk. Zaman hızla akıp gidiyordu. Benim bir şekilde--

"Shawn?"

Adımı hatırlamasına mı şaşırmalıydım, kızgın görünmesi yerine şaşkınlığına mı?

Ağır aksanlı sesi duyar duymaz karşıma baktım. Aleksandar, Atlas'tan daha uzun süre Kanada dışında yaşamıştı. Bu yüzden İngilizcesi daha ağır ve yoğun geliyordu kulağa. Bu da ister istemez ona sert bir hava katıyordu.

Kardeşiyle benzerliklerini görünce derince bir nefes almam gerekti.

"Ah... Aleksandar beni kovacağını biliyorum ama gerçekten sana ihtiyacım var."

Başını iki yana salladı. Kestane saçlarını geriye ittirirken mavi gözleri karanlıkta bile parlıyordu.

"Seni kovmayacağım. Sadece... Atlas'ın burada olmadığından haberin vardır diye düşünüyordum."

"Evet, demek istediğim de buydu. Atlas'ı bulmam gerek."

Aleksandar iç çekti. Arkasına bakıp kapıp biraz daha araladı. Kafasından geçenleri anlatmak için kelimeler arıyor gibiydi deli gibi. Kapıya yaslandı. Tanrım. Zaman geçiyor!

"Bak, sana önceden söylediğim şeyler için üzgünüm. Atlas nasıl biri olduğundan bahsetti. Bana kalsaydı yerini söylerdim ancak Kanada'da bile değil. Üzgünüm, Shawn."

Benden mi bahsetmişti? Atlas? Aleksandar'a? Vay canına. Bu... Uzun süredir hissettmediğim iyi duygulardan biriydi. İçimde onu bulmam için olan kıvılcım iyice körüklenmişti.

"Nerede olduğunu bilmem gerekiyor, yalvarıyorum."

"Shawn... Sana nerede olduğunu söylesem bile eline hiçbir şey geçmeyecek. Buradan gitmek istedi. Seni üzmek istemem fakat sana bunun hakkında hiçbir şey söylemediyse belki de--"

"Hayır! Atlas'ı tanıyorum. Atlas onu bulmamı istese bile arkasında hiçbir şey bırakmazdı biliyorum. Atlas'ı korumak istediğini, burada bok gibi bir hayatı olduğunu biliyorum. Onun için üzüldüğünü ve iyi bir hayatı hakkettiğini düşündüğünü de öyle. Aynı şeyleri ben de istiyorum. Emmet'tan beri aynı değil. Onu aynı yapmaya çalışmıyorum. Atlas'ın içindeki Atlas'ı bulmak istiyorum. Hayatım boyunca ailemin, arkadaşlarımın, etrafımdakilerin dediklerine göre yaşadım. Arkadaşım hokey sevdiği için takıma girdim, babam yüzmede iyi olduğumu düşündüği için yarışlara girdim, annem iyi bir üniversiteye girmemi istediği için hep çok çalıştım. Ama hayatımda ilk kez müziğimi sevdiğim kadar, onunla olmak istediğim kadar güçlü şeyler hissettiğim biri var. Atlas. Öyle ya da böyle. İster Japonya'da, ister Meksika'da, isterse alt mahallede olsun. Onu bulup onunla konuşmam lazım. Çünkü Atlas bana dünyayı farklı gözle görmeyi, aynı şeylerden farklı tatlar almayı, aynı rengin binlerce tonundaki zevkleri göstermiş biri. Korkusuz olmayı gösteren kız. Ahbap, onu ne kadar çok sevdiğimi tahmin bile edemezsin. Delinin teki olduğunu biliyorum ama... Sikeyim, ona çok fena tutulmuş haldeyim ve o olmadan ne yapacağımı bilmiyorum."

flying in the atlas // mendesWhere stories live. Discover now