sıradan bir gün;

823 433 182
                                    

  ☁️ ☁️☁️ 


Sıla ULUSOY;

İki gün oldukça sakin geçmişti. Elif, ağabeyi ile ilgili birkaç ipucu bulup onun peşine takılarak bize veda etmişti ve biz her zaman olduğu gibi Sude ile yalnız kalmıştık. Bu iki gün içinde birçok kez Sude'ye her şeyi anlatmak istesem de bir türlü cesaret edip anlatmayı başaramamıştım. Sadece kaçtım. Korkakça bir hamleydi ama kaçmak hep çok kolaydı. Ben kendi içimde vicdan muhasebesi yaparken; Sude bana defalarca neyim olduğunu sormuştu ve ben de klişelere bağlı kalarak her defasında 'yorgunum' deyip geçiştirmiştim. İnanmıyordu, beni en iyi tanıyan oydu ve bir gariplik olduğunu seziyordu, sadece üstüme gelmektense hazır olup benim ona gitmemi bekliyordu.

Onu hak edecek ne yaptım diye sormuyordum. Bu güzel dostluğu hak edecek hiçbir sevap işlememiştim. Aksine, büyük günahlarım vardı. Ama onun bana, yaşadığım felaketlerin karşılığında verilmiş bir kurtuluş olduğunu biliyordum. Tek bir iyi yanı olmayan yaşantımda, nefes almam için bir sebepti Sude. Tek sebepti.  

"Dokuz yıl önce bugün nefret ettim ölümden." dedi Sude boş duvara odaklanmış öylece bakarken. Bugün annesinin ölümünün dokuzuncu yılıydı. Ama gözlerine bakınca, acısının ilk andaki kadar taze olduğunu görmemek imkansızdı. Sessiz kaldım, şu anda teselliye değil, içini dökmeye ihtiyacı vardı.

"Mezarına bile gidemiyorum." Sert bir şekilde yutkundu. Ben de yutkundum. "Toprağını bile özlüyorum. Her gece gözlerimi kapatmadan önceki son duam onun rüyama gelmesi oluyor. Ama hiç gelmiyor biliyor musun? Hiç görmüyorum. O alıştığım kokusunu almak umuduyla resimlerini kokluyorum hep, kokmuyor ki. Ne oluyor biliyor musun? Öldüğü gün kafasında kırılan kül tablası var ya? Ben onsuz geçirdiğim her gün, o kül tablası gibi parçalanıyorum. Ben onu çok özlüyorum Sıla, ben annemi çok özlüyorum."

Hıçkırarak ağlamaya başladığında benim de gözlerimden yaşlar firar etti hızla. Kollarımı sıkıca sardım etrafına. Elbette özlüyordu annesini, anne yokluğu kolay değildi elbette. Benim de çok yaram vardı ama ben hep Sude'nin acısını daha büyük gördüm. Kim annesinin gözlerinin önünde öldürülmesini kaldırabilirdi ki? Hem de babası tarafından... Bununla kim, nasıl yaşayabilirdi? Hangi insan evladı, annesinin cinayete kurban gidişine tanık olup katillerine çaresizce boyun eğebilirdi yıllarca?

Sözlerine kimse inanmamıştı, tüm itirafları bir şekilde bastırılmış, üzeri kapatılmıştı. Adalet yerini bulmamıştı. Annesinin katilleriyle, yıllarca aynı evi paylaşmış, aynı havayı solumuştu. Bir başkası olsa intikam için gözünü karartır, hayatını yakmayı göze alırdı. Ama o hep dik durdu, hiç göstermedi zayıf yanını. Sırf annesinin hatırası için, sustu. Annesi onu öyle yetiştirmişti çünkü, annesini üzecek bir şey yapamazdı, ölmüş olsa bile. Katlandı yapılan onca eziyete. Hayatım boyunca tanıdığım en güçlü insandı Sude. Ve şimdi o güçlü kız, küçük bir çocuk gibi hıçkırıyordu kollarımda. İçimin acıdığını hissettim. Kardeşim kollarımda çaresizce ağlarken elimden hiçbir şey gelmiyordu. Acizlik kelimesinin vücut bulmuş haliydim o an. Acizdim, acizliğimden nefret ediyordum. 

"Ama..." dedi dizlerime koyduğu başını kaldırıp gözyaşlarını silerken, "Annemin intikamını alacağım."

"Nasıl olacak? Sen de onları mı öldüreceksin?" dedim, bunu asla yapmayacağını bildiğim halde. 

"Ben katil değilim!" dedi gözleri öfkeyle parlarken. Yutkunmaya çalıştım, yutkunamadım. İşte bundan korkuyordum, gözlerindeki bu öfkenin bir gün bana karşı olacak olmasından korkuyordum. Bu öfke yenilmezdi, bu öfkeyi dindirmenin bir yolu var mıydı bilmiyordum. "Nasıl olacak bilmiyorum ama bu yaptıklarının bedelini ödeyecekler." diyerek bitirdi cümlesini. 

CEHENNETWhere stories live. Discover now