karışık bir gün;

717 226 182
                                    

☁⛅☁


Sıla Ulusoy;

Kafamın içi susması için yalvardığım, ne yaparsam yapayım susturmayı başaramadığım sesler ile dolu. Kafamda kıyametler kopuyor. Kafamın içi mahşer yeri... İçimde garip bir huzursuzlukla açtım bugün gözlerimi sabaha. Dışarıdaki güneşli havanın aksine, içimde kasvetli bulutlar dolanıyordu. Nedenini bilmediğim bir şekilde boşlukta hissediyordum kendimi, uyandığım andan beri. Yasladığım duvardan sırtımı ayırıp bedenimi dikleştirdikten sonra bacaklarımı yorganımın altından kendime doğru çektim. Neden böyle iğrenç hissediyordum bugün? 

Yatağımdan ayrılıp komodinin üzerinde duran paketimden bir sigarayı alarak çıplak ayaklarımla küçük balkonuma çıktım. Hava güneşli olmasına rağmen dondurucu bir soğuk vardı. Aldatıcı güneş hiçbir şekilde engel olmuyordu esen serin rüzgarların beni titretmesine. Dudaklarıma sıkıştırıp yaktığım sigaramdan derin bir nefes çekip dumanın ciğerlerimi köşe bucak işgal etmesine izin verdim. Midemin boş olması, içtiğim sigaranın oldukça ağır oluşu ile birleşince ufak bir baş dönmesine neden oldu. Bunu umursamadım. Bu, şu durumda umursayacağım en son şey bile değildi. Nedensiz bir şekilde kötüydüm, kafamın içindeki karmaşada boğulmak üzereydim, huzursuz bir ruh halindeydim. Kendimi içimde oluşan boşluktan aşağı bırakmak istiyordum ki, bu pek mümkün görünmüyordu. İki parmağımın arasında tuttuğum sigaramdan son dumanı da çektikten sonra betona bastırıp söndürerek aşağı fırlattım ve izmaritin asfalta çarpıp savruluşunu izledim. 

"İki saattir sana sesleniyorum. Hey! Ne yapıyorsun sen burada? Hasta olacaksın, şu haline bak. Kalk, içeri geçelim." Sude'nin çok yakından gelen sesi irkilmeme neden oldu. Geldiğini fark etmeyecek kadar dalmıştım. Kolumu tutup beni kaldırırken hâlâ söyleniyordu. "Bu şekilde balkonda oturacak kadar ne yaşadın acaba? Ocak ayındayız Sıla, Ağustos değil." 

Üzerimde ince bir pijama takımı olduğunu, ayaklarımın da çıplak olduğunu göz önünde bulundurunca Sude haklıydı. "Tamam Sude, abartma." dedim iç geçirerek. 

Bana sinirli bir bakış fırlattı ama daha fazla üstelemedi. "Koşu yapmaya çıkacağım, haber vermek için gelmiştim." dedi, omuzunu kapı pervazına yaslamış bana bakarken. 

"Ben de geleceğim." dedim birden. 

Kaşlarını kaldırıp bana şaşkınlıkla baktı. "Sen koşmaktan nefret edersin." dedi sorgulayıcı bir tavırla. Haklıydı, koşmayı hiçbir zaman sevmemiştim. Sude, bunun sağlıklı bir yaşam için oldukça önemli olduğunu düşünürken bana göre yalnızca amaçsız ve yorucu bir eylemden ibaretti. Ama bugün kafamı meşgul etmek adına, Sude ile birlikte koşu yapacaktım. Omuz silkip siyah bir eşofman altı ve beyaz bir sweatshirt geçirdim üzerime. Dolabımın arka tarafında kalan siyah hırkamı da çıkarıp belime bağladıktan sonra hazırdım. Hava oldukça soğuktu, bu hırkaya ihtiyacım olacaktı. 

"Gidebiliriz." dedim kapımın önünde dikilmiş, bana garip bakışlar atan Sude'nin yanından geçip merdivenlere yönelerek. Birkaç saniyenin ardından arkamdan gelen ayak seslerini duyunca gülümsedim. 

Evden çıktıktan sonra Sude'nin peşine takılarak bir süredir keşfetmiş olduğu yürüyüş yoluna ulaştım. Adımlarımız gitgide hızlandı ve nihayet yumuşak zemin üzerinde koşmaya başladık. Koştukça suratıma çarpan rüzgar, kaçmaya çalıştıkça önüme çıkan gerçekleri anımsatıyordu bana. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Düşünmemeliydim. Bu kendime yaptığım bir işkence gibiydi. Düşündükçe daha da kötü bir hal alıyordu her şey. Daha da zorlaşıyordu. Bunu kendime yaparak ruhumu bir çıkmaza sürüklemekten vazgeçmem gerekiyordu acilen. 

CEHENNETWhere stories live. Discover now