16. Bölüm

449 33 367
                                    

Jongin'le koşturarak bilmediğimiz bir yere giderken kalbimin sıkıştığını hissediyordum. Hem korku hem de endişeden ölecek gibiydim. Birkaç haftada en yakın arkadaşım haline gelen, elimi tutan, çoğu zaman düz suratlı olsa da beni her zaman güldürmeyi başaran Kyungsoo'ma bir şey olduysa gerçekten ne yapardım bilemiyordum.

Anne gibi kucağını açıp sarıp sarmalamıştı beni. Her anımda, her belaya bulaştığımda yanımda olmuş sırtımı sıvazlamıştı. Ter damlaları anlımdan akıp gömleğimin içine doğru süzülürken nefes nefese kalan bedenim isyan ediyordu. Bacaklarım yanıyordu fakat göğsümde öyle bir ağrı vardı ki fiziksel acı yanında hiçbir şeydi.

Jongin'in gözlerinde gördüğüm dehşet ise anlatılamazdı kesinlikle. Sevdiğini, sevdiceğini kaybetmek korkunç olmalıydı. Ben bile Chanyeol'ün kılına zarar geldiğinde canımı verecek gibi oluyorsam kim bilir o ne durumdaydı, ne düşünüyordu şimdi?

Eğer bacaklarım biraz daha uzun olsaydı onun yanında koşabilir hatta aynı sevgilisinin bana yaptığı gibi ben de onun sırtını sıvazlayabilirdim. Ama kısa boyum nedeniyle diğer ikisinden arkada kalmıştım. Chanyeol arada orada olup olmadığımı kontrol etmese varlığımı unuttuklarını düşünürdüm. Aslında ben bile unutmuştum kendimi. Zihnim yalnızca Kyungsoo ile doluydu.

Sonunda önümdeki bacaklar durduğunda sendeleyerek ben de kestim hareket etmeyi. Kocaman bir kapının önünde duruyorduk. Burası eski evlerdendi. Çince yazan yazıları okuyamıyordum tam olarak fakat galiba hastane gibi bir yerdi. Kapıyı çalıp isimlerimizi verdiğimizde arkada bekleyen iki kişi açtı koca tahta kapıyı.

İlk dikkatimi çeken şey her yana koşturan kadınlardı. Eteklerini yukarıda tutup gidebilecekleri nereler varsa gidiyorlardı. Jongin'i gören bir tanesi tam karşımızda durup onu takip etmemizi söylemişti. Tereddüt etmeden kuzu gibi peşinden sol çaprazımızdaki odaya girdik.

Yaralı bedenin önünde yedi kişi vardı. İki tanesi kanın aktığı yere sürekli olarak baskı uygulayıp bezleri temiz tutarken diğerleri ilaç gibi bir şey hazırlıyorlardı. Bizi getiren üçümüze dönüp konuşmaya başladı.

"Bıçağı vücudundan çıkardık. Hemen getirildiği için yara mikrop kapmadı merak etmeyin. Sadece kan kaybı çok fazla şu an. Gerçi şimdi o da azalmaya başladı. Ölmeyecek korkmayın. Tek sıkıntı bir müddet uyanmayacak olması. Üç-dört gün kendine gelemeyebilir. Hazırlıklı olun."

Bacakları titreyen esmerin iki koluna girdik düşmeden. Ölmeyeceğini öğrenmek hepimiz için büyük bir rahatlama olmuştu ama birkaç gün kötü bir şeyler olabileceği kaygısıyla yaşamak da kolay değildi.

"Do Kyungsoo. Eğer bensiz gidersen. Ömrüm boyunca ruhunu huzura erdirmem. Peşini bırakmayacağımdan emin olabilirsin."

Gözlerinden akan yaşlarla hıçkırarak söyledi Jongin. Onu ayakta tutmaya çalışırken biz de düşecektik. Bu bizim için de ağırdı. O ana kadar bunu dile getirmesek de bu küçük adam hepimiz adına çok büyük önem taşıyordu. Onsuz birkaç saniyeyi bile hayal edemezken endişeyle geçireceğimiz birkaç gün canımızdan can alacaktı.

Yine de güçlü olup esmerin elinden tutmalıydık. Yaşadığımız acının binlerce katını sığdırıyordu kalbine. Zor olmalı, diye düşündüm. Çok zor olmalı.

Onu dışarı doğru destekleyerek götürürken bize doğru gelen gri saçlı adamla yerimizde donakalmıştık. Saniyeler içerisinde Jongin'in duruşu dikleşmiş, ona doğru emin adımlar atmaya başlamıştı. Neler olduğunu anlamasak da iyi şeylerin gelmeyeceğini bildiğimizden peşinden gittik hemen.

"Sen! Benim Kyungsoo'ma nasıl zarar verirsin? Nasıl he?"

Yakalarına yapışıp sarsamaya başladı kendinden uzun ve iri vücudu. Chanyeol arkadaşını geri çekmeye çalışırken olanları şok içinde izliyordum. Üç koca adam hastane denilen yerin ortasında birbirine girmiş gibiydi. Yi Fan her zamanki sakinliğini koruyor ve adeta Jongin'in işinin bitmesini bekliyordu sanki. Tek kelime etmeden sarsılmaya devam ediyordu sadece.

Time Travel With Byun Baekhyun // ChanBaekWhere stories live. Discover now