🌕 ARAMIZA HOŞ GELDİN | BÖLÜM▪︎16▪︎🍂

982K 9.5K 4.2K
                                    

Hellö 💦


D

ergâhı kesilmiş amansız ruhumun dertsiz tasalarıyla yakınıyordum nedense bu akşam. Elimde şarabım, dudaklarımda ise söylenmeye hazır sözlerim vardı. Bir kalem verseler, derdimi kâğıda döküp sonsuzluğa hapsederdim ama benim ne kalemim vardı ne de kâğıdım. Tek başıma oturduğum büyük salonda öylece dev ekran televizyona bakıyordum. Ne oynadığı hakkında bir fikrim de yoktu. Umurumda da değildi zaten. Uyuşmuş ve kandırılmış hissediyordum. Biraz da korku vardı. 

Neden bilmiyorum. Kandırılmaktan nefret eden benliğimin sularında yüzen teknede, batmasına sebep olabileceğim tonlarca sebep vardı ama ben öylece onu izliyordum. Nereye gideceğini merak ediyordum. Hangi yöne çevirecekti teknesini? Gidiş istikâmetinde ne kadar kirletecekti sularımı. 

Hayatıma Bora’nın girmesine karşı böyle bir şey beklemiyordum. Kim beklerdi ki? Şans eseri geldiğim bir barda onun abisiyle yatmayı başarmış ve ardından onunla yasak bir ilişki yaşamaya başlamıştım. Gizli tutmak ebedi tercihimizdi ama içerisinde biraz da olsa parmağımın olduğu bir hayatı söz konusuydu. İşin garibi de buydu ya, daha dahil olduğum hayatı bilmeksizin onun himayesine girmiştim. 

Sorumluluk almam gerekiyordu. Annem olsa, bu şirketin başına geçmeyi hak etmeyen bir çocuk olduğumdan yakınarak beni azarlardı ama burada değildi. İyi ki değildi. Nihayet rahata erdim derken bu sefer de karşıma çıkan sorunların daha da beterini elime yüzüme bulaştırmıştım. 

Bora, masum bir aşktı. Öyle olmalıydı. Diğer türlüsünü düşünmek dahi istemiyordum. Benden ne elde edebilirdi ki? Ailesinin görünüşe göre sandığımdan da büyük bir serveti vardı. Belki de gözümde abartıyordum ama daha sevgilim olduğunu bildiğim adam hakkında en ufak bir fikre dahi sahip değilken ne yapabilirdim? Bu aileye dahil olduğum sürecin hızlılığı altında savrulan bir yaprak tanesi gibi rüzgârın etkisiyle oradan oraya uçuyordum. Kendi dallarımı terk edeli çok olmuştu. Sanki Azrail’im kesilmiş rüzgârda benden, kendi topraklarımı terk etmemin cezasını kesiyordu. 

Kimdi bu adam? Kollarında bir kuş kadar hafif olduğum, yaşamam için bir ev ayarlamasına bile izin verdiğim o adam kimdi? 

Yanlış sularda, yanlış tekneye yol veriyordum. Ya da benim sularımın altında sakladığım kayalar, ilerlediği yolda teknesini batıracaktı. Uyarmaya gerek duymuyordum. Uyarmam için bana sebep vermemesini umuyordum. Eğer kendince bir yol belirlediyse o yolda ona rehber olamayacak kadar bencil olmakla sınanıyordum. 

Ondan korkmuyordum. Garip olan da buydu ya. Ondan korkmam için herhangi bir sebebim dahi yoktu. Sadece, noktaları birleştiremeyince kafam karışıyordu ve ben kafamın karışıklığından zerre hazzetmezdim. 

Telefonla konuşmamızdan sonrasında onu beklemeye başlamıştım. Aşağıda, salonda otururken, gerçek taşlarla motif edilmiş televizyon konsolu, beyaz ışıklarla aydınlatılmıştı. Oturduğum koltuktaki kol kısmında ışıkları ayarlayabileceğim, televizyondaki sesi odaya yayabileceğim düğmeler vardı. Son sistem olduğu belliydi. Abartmayı hiçbir zaman sevmemiştim. O, benim annemin göreviydi. Hoş, onun sevdiği şeylerden hoşlanmamak gibi bir gayem vardı ya orası da ayrı. 

Şimdi de bu lüks içerisinde, onun gözünde uyum sağlamış ben, bir yabancıymışçasına bekliyordum. Oturduğum kısmın arka tarafındaki piyano, gelip onu yeniden çalmam için âdeta bana yalvarıyordu ama hayır. Müzik, beni dışa yansıtan bir aynadan ibaretti ve daha farkında olmadan geldiği o vakitte, kendimi bütün çıplaklığıyla kollarına atamayacak kadar tecrübeliydim. 

Kapı çaldı. O anda kara bulutlar üzerimden çekilirken aceleyle kapıya doğru ilerleyen görevli dikkatimi çekti. Kendi kapımı bile kendim açmaya yeltenmiyordum. Tembellik… Buna alışmak kolaydı. Ama kapının ardından gelen o adama takınacağım tavır hiç de kolay değildi. 

Karanlık Esaret KİTAP OLUYORWhere stories live. Discover now