2✳Hasretinle Yandı Gönlüm

8.4K 509 136
                                    

Edip Akbayram - Hasretinle Yandı Gönlüm

✳✳✳✳✳✳✳✳

Bir yıl olmuştu gideli. Annemin yalvarmalarına rağmen bir kere bile gelmemiştim eve. Mahalleye adım atmam demek, onu görmem demekti. Parmağında yüzüğü kolunda sevdiğiyle onu görmeye ne kadar hazırdım ki.

Nişan gecesi karar verdim başka şehirde okumaya. Onun bitirdiği okulu, Ankara Hukuk fakültesini yazmıştım tercihlere. Öyle de olmuştu zaten. Bir yıldır burada, onun ayak bastığı, gezindiği yerlerde yürüyordum, kalbimde acısıyla.

Bavulumu toplarken kıyafetlere gitmeyen ellerim vardı. Oda arkadaşım ne kadar mutluysa ben onun aksine bir o kadar mutsuzdum. Gidiyordum işte, yarıyıl tatilinde eve gitmemek için bin bahane üreten ben, yaz tatilinde mecburen ailemin yanına dönüyordum. Son kalan pantolonumu da koydum çantaya ve son kalan romanımı da. Onun hediyesiydi. Muhakkak okumalısın deyip tutuşturmuştu elime Kürk Mantolu Madonna'yı.

'Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.' demiş Sabahattin Ali. Tam da beni anlatır gibi, sanki bu kitabı bana bilerek vermiş gibi... Aşkı bu denli kaleme döken bir yazarın dizilerinde kâh kaybolmuş kâh kendimi bulmuşken, onu kaybetmenin acısı her daim olduğu yerde duruyordu. Taze ve kanamaya hazır yarasıyla...

Son kez baktığım dolabımda kalan tek eşyam kışlıklarımdı. Kapanan dolabın ardından çektiğim derin bir oflamaya dönen oda arkadaşım Sevim yanıma geldi. Kolumu sıvazlarken "Daha fazla kaçamazdın zaten." dedi. Kaçamaz mıydım gerçekten. Hiç gitmesen ya, hep kalsam buralarda. Ona hasret, aileme hasret...

"Belki de haklısın."

Bavuluma koyduğum kitabımı, yolculuk sırasında okumak için yanıma aldım. Bu kaçıncı okumuşumdu bilmiyorum, bıkmadan usanmadan. Onun parmaklarının değdiği sayfalarda göz gezdirebilmek bile başka bir güzeldi. Otobüs saati yaklaşmışken aldım bavulumu elime. Sevim yatağının üstündeki kıyafetlerle uğraşırken dokundum omzuna. "Yolculuk vakti geldi." dedim bana dönen arkadaşıma sarılırken.

"Onca zaman ben sensiz ne yapacağım kızım ya."

"Her gün aramazsan, başka oda arkadaşı bulurum kendime. Ona göre." Gülerek söylediğim sahte tehdidime parmak sallayarak cevap verdi. "Her gün başını şişireceğim kızım senin." dedi muzip sesle. Şu bir senede dost olmuştu bana. Sessizliğime sessiz kalan, mutsuzluğuma yoldaş olan can arkadaş olmuştu.

Aşağı kadar inerek taksiye binmeme yardımcı oldu. Arkamda el sallarken gözünden düşen bir damla yaşı sildi eliyle. Ayrılığa mı ağlıyordu, yoksa isteksiz gidişime mi bilmiyorum; ama ben mecburiyetime ağlıyordum. Mecburen katlanmak zorunda kaldıklarımaydı akan gözyaşlarım, uzanıp da dokunamadıklarımaydı. Özlemiştim, ölesiye. Uzaktan selam verişine bile hasrettim aylardır. O gülünce sağa kıvrılan dudaklarını, arada karıştırdığı saçlarımı, bu saatte sokakta ne işin var demesini bile özlemiştim.

Göz görmeyince gönül katlanır derler. Gönlümün katlandığı koca bir yalan; ama göz görünce nasıl dayanacaktı. Başkasının olan adama nasıl sevgi beslemeye devam edecek, bunu nasıl gururuna sindirecekti. Bu yaz düğünü varmış, peki o düğün alayına nasıl isyan etmeden göz yumacaktı. Gitmemeliyim buralardan oralara. Gitmemeliyim aşkın memleketine, sevdanın çiçek açtığı topraklara.

Otobüs hareket ederken aldım kitabımı elime. Aşkın her halinin anlatımını okudum satır satır. 'Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim.'

Cesaretten yoksun büyütülüyorduk çoğu zaman. İlk adımı beklerken böyle benim gibi baka kalıyordu çoğu kadın uçup giden aşkın ardından. Bir 'Ey aşk!' ile başlasaydık cümleye belki devamını getirirdi sevilen. Olmayanı var etmeye alışkındık biz kadınlar. Doğurgandık en azından, yeryüzünde olmayan bir canlıyı doğurup büyütürdük ne kaldı ki aşk doğurmak. Biz isteseydik âşık da olurduk, âşık da ederdik.

Yorulan gözlerim nedeni ile kitabın kapağını kapattım. Üstünde gezinen parmaklarım sayfa uçlarına gitti. Pütürlü zeminde gezindi bir süre, sonra bacaklarımın üstüne bıraktım nazikçe. Çantamdan çıkardığım kulaklığı telefonuma takarak kulaklarıma geçirdim. Rastgele çalan müziğe adapte oldu zihnim. Kitabı kucağımda sararken geri verdiğim başımla kapattım gözlerimi. Ve ne diyordu Edip Akbayram, hasretinle yandı gönlüm...

⚪ ⚪ ⚪⚪ ⚪ ⚪ ⚪

Otobüsten indiğim anda beri hasret doldu ciğerlerime. Memleket hasreti çeken gurbetçi gibi hasret kalmıştım şehrime. Tanıdık caddeleri arşınlayan taksi, yine o tanıdık caddeden geçerek girdi mahalleye, benim mahalleme. Taksiden dışarıya attığım bacaklarım titredi önce sonra son güçle attım bedenimi dışarı. Taksi gitti ama bedenim hareket kabiliyetini kaybetmiş gibi kaldı orada. Odasının camına baktım iç çeke çeke. Görmekten korkarak, ama yüzüne hasret...

Mahallede koşuşturan bir kaç kız çocuğu vardı, top peşine koşan erkeklerin yanında. Yine cıvıl cıvıldı buralar. Bacağıma yapışan Kiraz teyzenin iki torununa baktım. Özlemiştim işte, herkesi tek tek. "Yakışıklılar, nasılsınız?"

"Seni özledik, Eylül abla."

"Bende sizi özledim, kuzularım."

"Babaanne Eylül abla gelmiş."

İkizlerden biri babaannesine bağırınca bütün mahalle duymuştu. Çocukların hepsi bacaklarıma sarılırken çıka gelen birçok komşu teyzenin sorularına maruz kalıyordum.

" Hoş geldin güzel kızım?"

"Nerelerdesin sen, özlettin kendini."

"Ah kuzum, nasılda süzülmüş."

Hepsine gülümsedim içtenlikle, hepsine sarıldım tek tek. Küçüklerin o tombiş yanaklarında aldım birer makas. Gürültüye balkona çıkan annemin sesini duydum" Eylül" diye. Tırabzanlara dayadığı elini kaldırıp ağzına götürdü şaşkınlıkla. Elimi kaldırdım, salladım "Annem" derken. Ah annem, evladın ne acılarla geldi bir bilsen. Koca bir yıl boyunca bir kere gelebilmişti yanıma. Yetmemişti tabi doyamamıştık. Nasıl doysundu insan her gün gördüğün yüzü, aylarca görmüyordu sonuçta.

Hızla merdivenlerden indiği nefes alışverişinden belliydi. Ayağında ev terlikleri gözünde yaşlarla atladı boynuma. Elleri sırtımı sıvazlarken çektim anne kokusunu içime doya doya. Ellerinden öpmeye doyamadığım annem nasılda ağlıyordu öyle.

"Yapma anne, görende diyecek nereye gittim."

"Okumaya gittin de bir gelemedin be evladım. Bu ne bitmek bilmez bir hasretmiş böyle."

Ayrıldığım boynuna tekrar doladım kollarımı. Defalarca öptüğü yanaklarımdan bir defa daha öptü. Kokladı boynumun girintisini anne kokusu kadar evlat kokusu da doyumsuzdu demek ki.

Korkularım uçup gitmişken çıktı karşıma. Karşı binanın kapısında gördüm onu. Ben anneme sarılırken girdi görüş açıma. Önce bana baktı, sonra kıvrıldı işte dudakları sağa. Adımları yaklaşırken, annemin hızlanan kalbimi duymasından korktum. Ayrıldım omuzlarından. Kaderime yazılanı yaşamayı bekledim. O adımlarını bana atarken, yüreğimde yarattığı depremin farkında değildi.

Eylül'de Deniz Bir Başkadır (KİTAP OLDU) Where stories live. Discover now