7 ✳ Yaşamak Ümitli İştir

5.3K 395 43
                                    

"Amcam nasıl oldu?"

"Şimdi gayet iyi, annen Eylül geldi diyince daha fazla duramadım geldim."

Kollarının altındaki bendim, küçük kızı ve saçlarımın arasına kondurduğu öpücükte bana aitti. O benim ilk kahramanın, prensim gerçek aşkımdı. Benim için ailem her şeyden önce gelir, herkesten öte sevgiliydi. Şu babanın kolları gibi hangi erkek sarabilirdi, hangi erkek onun boşluğunu doldurabilirdi. Hangi koku, yemek kokusu sinmiş anne gibi kokabilir, hangi dostluk abi sevgisinin kardeş sevgisinin yerini alabilirdi.

Uzun zaman önce en son birlikte oturduğumuz şu sofrada yine birlikte kahvaltı yapıyorduk. Başköşeye kurulmuş evin reisi, bir yanında eşi diğer yanında evlatları vardı. Bir aşk acısı yüzünden nelere veda edipte gitmiştim böyle. Nelerden fedakârlık ederken, nelere boyun eğmiştim; ama dinlemiyor işte yaralarla dolu kalp. Hep bir kaçış peşinde kaderinden, hep bir bitap hep harap...

"Okul nasıl gidiyor bakalım? Notların nasıldı?"

"Gayet iyi baba, siz beni merak etmeyin. Kızın her zamanki gibi okulunda başarılı."

"Benim kızım her zaman başarılıdır zaten."

Göz kırparak söylediğine homurdanmaya başlayan Emre hemen araya girdi.

"Herkes kızım diyor, kimse oğlum demiyor bu evde. Bende mi gitsem de bir sene gelemesem acaba."

"Ulan kerata, koca eşek oldun hala çocuk gibi kıskançlık yapıyorsun."

Ben kahkaha patlatırken, kınarcasına bakan annemin aslında kendini zor tuttuğu belliydi. Oğluna toz kondurmuyor oluşuydu beni sahte savuran.

"Eşek değil o babası, eşek sıpası bizim oğlumuz."

Annemin ima dolu sözleri babamın suratını şekilden şekle sokarken Emre'nin omzuna yaslanmış gülüyordum. Kahkahamı dizginlemeye çalışsam da başaramamış ve babamdan gelen homurtularla toparlamıştım kendimi.

"Hadi hadi yemeğinizi yiyin, yeter bu kadar eğlence."

⚪ ⚪ ⚪ ⚪ ⚪ ⚪ ⚪ ⚪

Parktaki çardakta, çay, börek, kek sefası yapan mahallenin kadınlarına katılmam zorlanmış ve davete mecburi icabet etmiştim. Bir tarafta çocuklar oynarken, diğer tarafta göz kulak olan büyükler termostaki çaylardan yudumluyor, doldurdukları tabaklarıyla haşır neşir oluyorlardı.

"Tamam ben doydum, hadi Burcu tabağını bitir de gidelim."

Kaş göz yapıyordum, ama tabağa o kadar konsantre olmuştu ki gözü beni bile görmüyordu. "Tamam canım ya dur şunları bitireyim." derken gösterdiği kurabiyelerin sayısına bakarak gözlerimi devirmekten kendimi alamadın.

Parkı içerisinde kum havuzunda oynayan çocukların yanına oturdum. Boşta kalan kürek ve kovayı alarak kumu dolduruyordum aheste aheste. Başımı dizlerimin üzerine bırakırken dün akşamki sahne geliyordu gözümün önüne. Kızgın bir demirle kalbime işlenen imkânsız sevdam, umudunu her bir gerçekte daha da kaybediyordu.

Şu an var olan park, çocukluğumda boş arsaydı. Annelerimizden aldığımız kilim ve yiyeceklerle kendi aramızda piknik yapardık kızlarla. Şimdiki çocuklar şanslıydı, en azından her sokakta bir parkları var. Sonra o geldi yine aklıma, Deniz. Gel derdik, bizimle oyna bir şeyler ye. Arkadaşları alay etmesin diye çekinir; fakat gene de gönlümüzü kırmazdı.

Deniz çocukluğumun kahramanıydı, belki de ona olan büyük aşkım bundandı. Korumacı tavrı abilik taslamasından geliyordu belki de; ama benim kalbimin kuytu köşelerinde hep bir umut ışığı vardı. O umut ışığına üflediği nişan günü kalbim hiç bir zaman aydınlığa kavuşamadı; fakat uzak olmak hiç değilse karanlığıma korku salmıyordu, göz görmeyince gönül katlanıyordu. Burada olduğum sürece gördüğüm gerçekler, çocukken korktuğumuz karanlıktaki canavarları salıyordu kalbime. Çocuklukta kalan umutlarım, yine o küçük hayallerin en kötüsü kâbuslara teslim oluyordu.

Eylül'de Deniz Bir Başkadır (KİTAP OLDU) Where stories live. Discover now