18 Haziran 2014
Aynanın karşısında oturmuş, makyajım ve saçım yapılırken etrafıma boş boş bakınıyordum. Biraz sonra içerideki salonda ilk imza günüm başlayacaktı ve hafif bile olsa bir gerginliğe sahiptim. Sakin ol Yoon Haru. Her şey çok iyi olacak.
Sadece birkaç imza verip çıkacaktım ama onun bile heyecanı vardı. Yıllar öncesinde Shinhwa imza gününe ne de çok gitmek istediğim aklıma gelince burukça güldüm. Geçmiş ve gelecek Haru. Geçmiş ve gelecek, zamanın bizi ne kadar değiştirdiğine bir bak.
Sonunda makyözler işlerini halledince telefonumdan saate tekrar baktım. Oldukça kısa bir süre kalmıştı ve ellerimin heyecandan titrememesi için dua ediyordum. Aklımda milyonlarca soru dönüyordu. Beni sevecekler miydi? Nasıl davranmam gerekiyordu? Ya bilmeden kalplerini kırarsam?
Menajerim Hyeong Min telefonundan program hakkındaki bilgileri son kez bana tekrar ederken bunun benim ilk imza günüm olmasının bana verdiği gerginliğin son derece farkında olarak bunu bana karşı kullanmayı seçmişti. Sesi alaycıydı ve tepemde dikilirken bakışları aşağılama doluydu.
Dışardan fan sesleri duyulmaya başlarken gözlerimi Hyeong Min'den alarak ayağa kalkmış ve geçmiş yıllardan kalma bir huy olarak eteğimin pilelerini düzeltmiştim.
"Bayan Yoon bu taraftan lütfen."
Görevli beni imza salonundaki oturacağım geniş masaya götürdü. Birkaç görevli oturacağım yerin arkasında kalırken sıranın başında hayranları zapt etmeye çalışan iki tane daha görevli vardı.
İçeri girdiğimi gören hayranlar yüksek sesle adımı söylemeye başladıklarında tamamen yabancı olduğum bu duygu karşısında şaşırmış ve yanaklarım kızarmıştı. İki albüm çıkartmış, konserler vermiştim ama şirket kararı gereği hiç imza günü düzenlememiştim ve biraz da bunun gerginliği vardı üzerimde.
Hayranlara gülümsemeye çalışırken titreyen ellerimin belli olmamasını umarak onlara doğru el sallamıştım. Hyeong Min artık başlamam gerektiğini belirtircesine ağzının içinde bir geveleyince içimdeki tüm pozitif duyguları negatife dönüştüren bu adama karşı boğazımı temizlemiş ve geniş masanın başındaki koltuğa oturmuştum.
Kalemimin kapağını açtığım sırada karşıma geçen ilk hayranın elinde tıpkı diğerlerinde olduğu gibi Dark Life ve Illusion isimli iki albümümden vardı. Siyah saçlı, demir yüzüklere ve kalın pantolon zincirlerine sahip bir kızdı ilk hayranım.
"Merhaba, adın nedir?"
"Yeosan."
Kalemi tutan elim titrerken Yeosan isimli kız bunu fark etmiş ve bir anda ellerimi tutmuştu. Gri lensli gözleri gözlerimin tam içine bakarken kilitlenmiş kalmış gibiydim. Yeosan güven verici bir şekilde gülümsemiş ve ellerinin arasındaki ellerimi hafifçe sıkmıştı. "Sakin ol unnie, endişelenecek bir şey yok."
Usulca ellerimi bırakırken birkaç kez derin derin nefesler alıp vermiş ve hiçbir şekilde hatalı yazmadan son derece kusursuz imzamı iki albümümün de üzerine atmıştım.
"Bol bol su iç ve öğünlerini aksatma Yeosan-ah." Gülümseyerek ona baktığım sırada gözüme parmağındaki yüzükler çarptı. Her biri birbirinden güzel duran kalın demir yüzükler buğday parmaklarına çok yakışmıştı. Yeosan gözlerimin nereye takıldığını anlamış olacak ki hafifçe gülmüş ve yüzük parmağındaki yüzüğü çıkartarak böyle bir hediyeye gerek olmadığı hakkında onu uyaramadan yüzüğü parmağıma takmıştı. "Belki bir gün hatırlarsın unnie."
Görevlilerden birisi sürenin bittiğini ikaz ederken yerinden kalkarak uzaklaşan bedene el sallamıştım.
Bu sefer gelen kız kahverengi kısa saçlara ve çocuksu yüz hatlarına sahipti. Utangaç birisine benziyordu ve arada gözlerini kırpıştırıp duruyordu.
"Adım Seul."
Albümlerini imzalayarak ellerimizi birleştirdim ve gülümsedim. Az önceye oranla kendimi daha profesyonel hissediyordum. Seul cebinden açık pembe bir zarfı çıkartıp bana uzatırken gözlerinde parlayan yıldızları görebiliyordum. "Sana bir mektup yazdım unnie. Lütfen mektubumu kabul et."
Mektuba şaşkın gözlerle bakarken bileğimi tuttu ve zarif, gümüş renginde bir bilekliği bileğime geçirdi. "Ve sana bir bileklik aldım Haru unnie. Umarım beğenmişsindir."
İçimde oluşan sahiplenme ve kucak dolusu şefkat saçma isteğine karşı gelemiyordum. Çok değişik duyguların harmanlaması yapılıyordu şu an kalbimde.
Diğer kızın yerine bu sefer benden üç dört yaş küçük bir oğlan gelirken albümünü imzalamış ve onunla da biraz konuşmuştum. Kendimi çok iyi hissediyordum. Sevgi, aktarılan parmakların arasındaydı çünkü.
Ellerini tutup şirinlik yaparken boynuma taktığı kolyeyle ona teşekkür etmiş, gülümseyerek kolyemi ucundaki yaprağa dokunmuştum. Sıra böyle uzayıp giderken günün sonunda bir sepet dolusu oyuncağım, yüzlerce mektubum, bir poşet dolusu aksesuarım ve yirmiye yakın da sevimli tacım olmuştu.
Ama en önemlisi bir salon dolusu sevgim olmuştu. Varlıklarıyla bana sevgiyi veren yüzlerce insana sahiptim.

YOU ARE READING
goblet | yoongi
Fanfictionİçinde zehir olduğunu bildiğim halde içtim sen denilen kadehi.