Sızlayarak Çarpan Bir Kalp

47 16 0
                                    

Zorla duruyorum. Cidden bu kadar durmam bile benim için bir mucize falan olmalı! Ellerim sızım sızım sızlıyor. Ayağımı şimdilik koyacağım bir yer bulabildim, biraz da ona güveniyorum ama hiç sağlam değil! Azıcık bastırmam durumunda ufalanıp gideceğine eminim! Lütfen... Lütfen biri beni bulsun!

Bir dakika... Evet, evet! Birilerinin sesini duyuyorum. Gölge? Ve... Kedicik? Burada ne işleri var? Kahretsin, umrumda değil! Beni duysunlar yeter! Kedicik'ten ölsem de yardım dilenmeyeceğime göre -ki bence büyük konuşmasam iyi olur- Gölge'ye sesleniyorum. "GÖLGEEE! Yardım et! Buradayım!" Biraz daha bağırıyorum. Duymuyor... Veya duymazdan geliyor, emin değilim!

Hıçkırıyorum! Ellerim çok... Ama çok acıyor cidden. Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan bağırmaya devam ediyorum. "Gölge lütfen... Lütfen! Buradayım! Kahretsin... Beni duyman ne kadar zor olabilir." Bunlar beni muhakkak duyuyor! Ben onların normal konuşmalarını bile bu kadar rahat duyuyorsam onların benim sesimi yırtarak konuşmamı duymamalarına imkan yok ki! O halde... Gerçekten mi Gölge? Bu kadar mı değerim vardı gözünde? ÖLÜYORUM LAN ÖLÜYORUM! Ve beni duyduğun halde umursamadan geçip gidiyorsun!

Son bir kere daha? Evet kızım! Bir daha dene! Olacak! Belki kendimi biraz göstersem? Evet! Olabilir! Ne kadar riskli olduğunu bilsem de ayağımın altındaki yere bastırarak ellerime son bir güç yolluyorum ve kendimi yukarı çekmeye çalışıyorum. O sırada tüm gücümle bağırıyorum. "GÖLGE AŞAĞI DÜŞECEĞİM! GÖLGE! Gölge... Gölge..." Sesim gitgide kısılırken bir şey yapamıyorum. Biraz daha ayağımın altındaki taşa yüklenmemle taş ufalanıp parçalanıyor ve ayağım boşlukta kalıyor. Yüksek sesli bir çığlıkla toprağa asılıyorum.

Kollarım, ellerim delicesine sızlıyor. Çığlık çığlıyayım. Yaşadığım korku tarifi imkansız gibi geliyor. Kalbim korkuyla ezilip büzülürken beynim kafasında beni nasıl kurtarabileceğini dair türlü türlü senaryolar kuruyor. Yapamıyorum... Ellerim kayıyor! Acı bir çığlık daha kopartıyorum kısılmak üzere olan ve acıyan ses tellerimle.

Sıkı sıkıya toprağa yapıştırdığım elimin bileğini biri kavrıyor. Tüm ümidim o anda vücudumun her yanına enjekte ediliyor sanki. Korkudan gözlerimi sıkı sıkıya kapattığım için kim olduğunu ne yazık ki göremiyorum ama tahmin edebiliyorum! Gölge olmalı! Gölge'nin eline yapışırken o da beni çekmeye uğraşıyor. Hıçkırdığım bir anda daha çok bileğime asılıyor. Ortalama yirmi saniye içinde -saniyeler o esnada benim için hayati önem taşıdığından sakinleşmek için yaptığım tek eylem içimden sayı saymak- beni yukarı çekmiş oluyor.

O beni yukarı çıkarır çıkarmaz hiçbir şey yapmadan bir 5 saniye duruyorum. Aslında elim ayağım titriyor. Böyle bir durumda yapmam gereken ilk şey beni kurtaranın boynuna atlamak olmalı değil mi? Korkudan onu bile yapamıyorum. Kurtulmuş olabilirim ama olayın etkisini hâlâ üstümden atamadım ne yazık ki!

Dizlerimi kucaklayıp hıçkırıyorum. Oturduğum yerde hıçkırarak, sarsılarak ağlıyorum. O kadar korktum ki anlatamam. Gölge'nin hızlı soluk alış verişlerinin ardından çömeldiğini tahmin ediyorum. Kollarını bana sarıyor. İtiraz etmeden başımı göğsüne dayayıp ağlıyorum. Çok... Çok korktum. "Tamam, sakin ol Gezgin! Sakin ol! Atlattık be kızım işte!"

Bu sesle kendimi diken üstünde gibi hissediyorum. Bu Gölge değil! Hayır, bu Rüzgar! Yine de umursamıyorum. Gölge'nin neyle uğraştığını umursamadan Rüzgar'ın yanında ağlamaya devam ediyorum. Beni sımsıkı sarıyor. Benim son hız atan kalbimin yanı sıra onunkinin de hızlı attığını hissediyorum. Korku çok kötü bir illet be! Saçlarımı okşamaya başladığında yine ses etmiyorum. Şu durumda itiraz etmek gelmiyor içimden. Ağlamamın yavaşladığı ve benim biraz daha sakinleştiğim bir sıra kalktığını fark ediyorum ve kafamı kaldırıp yaşlı gözlerimi ona dikiyorum.

Öfkeli olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yok! Sadece gözlerine bakan biri de bunu anlayabilir! Ya da sıkılmış yumruklarına... Onun baktığı yere kafamı çevirdiğimde gözlerim sızlıyor. Kalbimin kaç parçaya ayrıldığını umursamadan başımı öne eğiyorum. Daha fazla... Daha fazla bakmak istemiyorum.

Gölge orada ve Kedicik ile! Ne yaptıkları ile ilgilenmiyorum açıkçası! Kırıldığım tek nokta ben bu kadar çaresizken beni duymasına rağmen tınmaması! Bu çok kırıcı! Alıştığınız, güvendiğiniz biri bunu yapınca... Kesinlikle çok berbat bir şey! Gölge'ye karşı olan tüm saygımı an itibariyle yitiriyorum.

Rüzgar'ın öfke dolu sesi kulaklarımda bir uğultu bırakıyor. Aslında kulaklarımda bir uğultu var zaten. Gitmek bilmeyen bir uğultu! "GERİZEKALI! Mal mısın oğlum sen? Kız burada kaç saattir sana bağırıyor! DUYMUYOR MUSUN LAN? Ben taaaaa mekanın kırk metre ilerisinden duydum. SEN DİBİNDESİN LAN NASIL DUYMADIN?"

Başımı zoraki kaldırıp Gölge'nin tepkisine bakıyorum. Gözlerimin hiç bu kadar buğulandığını görmemiştim. Şaka gibi ama gerçek işte! Bu soruya verdiği tek tepki omuz silkmek desem? Başımı yere indirirken dudaklarımı dişliyorum. Hıçkırıklarım sessizce dökülüyor dudaklarımdan.

Kahretsin! Niye ağlıyorum ki ben? Bunu ona ödetmem lazım! Ağlamam değil! Sinirden titreyen elimle ayağa kalkıyorum. İşin tek ironisi ne biliyor musunuz? Bu çanta hâlâ sırtımda evet! Mal mıyım bilmiyorum ama hiç çıkarmadım işte! Gölge'nin tam karşısına ancak yalpalayarak gelebiliyorum. Sinirden titreyen tek şeyin ellerim olmadığı anlaşılıyor herhalde! Çantayı sırtımdan çıkarıyorum. İçinden o çok beğendiğim küreyi çıkarırken lanet olsun ki pembe elbise de elime dolanıyor. Umursamadan elbiseyi öbür elime alıyorum ve küreyi Gölge'ye doğru uzatarak gösteriyorum.

Gözüm yaşlı ve buruk bir gülümsemeyle başımı iki yana sallıyorum ve tek kelime etmeden küreyi var gücümle fırlatıyorum. Küre yere düşüp çatlıyor. Kahretsin! Kırılması lazımdı! Bin parçaya ayrılması, un ufak olması... Hayatımdaki hiçbir şey istediğim gibi gidemez mi benim? Pembe elbiseyi ne yapacağımı kestiremeyince kolaya kaçıp Kedicik'e fırlatıyorum. Kısık sesimi olabildiğince yüksek tutmaya ve titretmemeye çalışarak konuşuyorum. "Al, ara sıra renkli giyin! Sevgilin sana vereceğine yanlışlıkla(!) bana vermiş işte! Tüm hayatın siyah olmasın! Yasta olman için bir sebep yok!"

Dişlerimi gıcırdatırken şaşkın Kedicik'i umursamıyorum ve kafamı tekrar iki yana sallıyorum. Gözlerimde biriken yaşlar kalbimin ne kadar kırıldığını ifade etmekten aciz! Ellerim sızlamıyor mu? Sızlıyor! Kollarım sızlamıyor mu? Sızlıyor! Öyle bir sızlıyor ki hem de! Peki kalbim? Onun ne kadar sızladığını anlatamam işte! İçeride bir yerlerde kıvranıyor. Sıkışıyor, sızlıyor, çarpıyor hızlı hızlı! O benim canımı da yaktı kabul ama bunu yapmayacaktın Gölge! Kalbimi yakmayacaktın işte! Bundan dolayı seni affedemem!

Yaşlı gözlerimi onun yemyeşil duygudan yoksun gözlerine dikiyorum. Etraf çok buğulu ve bulanık! Umursayan kim ki? Çantayı ona sertçe fıralatırken kalan tüm gücümle bağırıyorum. "SANA DA EŞYALARINA DA İHTİYACIM YOK! GİT VE BİR DAHA HAYATIMA DAHİL OLAYIM DEME! DEFOL GİT ÇOCUK!" O yine duygudan yoksun haliyle çantayı yakalıyor ve bana bomboş bakıyor. Gerçekten bomboş! O niye kırılmıyor ki? Ben bu kadar acı çekiyorum, yanıyorum resmen! O niye hiç üzülmüyor? Gitmiyor! Dediklerime rağmen gitmeyince ben arkama bile bakmadan gidiyorum!

Hadi bir itiraf daha edeyim mi? Gitmiyorum, kaçıyorum ben aslında! Onun beni daha fazla kırmasından korktuğum için ondan kaçıyorum. Son hız koşuyorum o peşimden gelmesin diye! Ne acı! Gelmeye bile tenezzül etmiyor zaten! Hatta sesini bile yormuyor ki! Elimi sertçe kalbime bastırıp acısını azaltmak istiyorum. Ne mümkün? Zavallı orada kıvranıyor işte ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Arkamdan yükselen Rüzgar'ın sesi oluyor. "GEZGİN, YAPMA!" Rüzgar'ı bir kez daha umursamıyorum. O çocuğa çok şey borçlu olduğumu kabul ediyorum ama üzgünüm Rüzgar! Gitmek, kaçmak istiyorum! Lütfen anla beni!

Ormanın bana kucak açtığını varsayarak ormana dalıyorum. Dinmeyen o malum hıçkırıklarım ve sızlayan kalbimle birlikte!

Kaf Dağının da ÖtesindenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin