mahvolmuşluğum halledilmeyecek*

2.4K 150 16
                                    

Hiçbir şey söylenmedi. Böyle zamanlarda bir şey söylenir miydi bilmiyordu. Vuslat içinde bulunduğu zaman diliminde sahip olduklarını ve kaybettiklerini düşündü. Neye sahipti ve neyi kaybetmişti bilmiyordu ama hayatının her anında içinde bir mezarla yaşıyordu. Kaybettiğini bildiği ama hiç görmediği o kişinin mezarı. İçinde ahşap bir ev taşıyordu genç kız.  Toprağını bilmediği, hiç çiçeğini sulamadığı, dua okuyamadığı bir mezar, o ev, şimdi yeniden kendini hatırlatmıştı.

Vuslat sessizce Kasım'ın gözlerine baktı. Gözlerine baktığım kim diye düşündü. Kasım çoktan duyduğu pişmanlığı gözlerinden atamıyordu ama karşısında birden değişen o bakışlar da ona hiç tanıdık gelmiyordu. Bu defa bomboş bakan Vuslattı. Aslında birkaç saniye süren bu sahne ağır ağır işleniyordu sanki; rüzgar daha yavaş esiyor, kız gözlerini yavaşça kırpıyor çocuk sakince olanları izliyordu.

Vuslat sakinliğini ve suskunluğunu bozmadan çocuğun yanından geçip yürümeye başladı. Kasım Vuslat'ın önüne geçip "gitme" demek istedi, hepsi aptal bir yalandan ibaret mecbur kaldım, demek istedi ama sadece sessiz gözyaşlarıyla gidişini izledi. Vuslat gidiyordu, hiç ağlamadan hiç arkasına bakmadan hiç pişmanlık duymadan. İlk defa kendini bu kadar çirkin hissetmişti üstelik karşısında ayna bile yoktu, bu hepsinden daha kötü hissettiriyordu.

Kasım ne söylerse söylesin kalırdı kız, bırakmazdı ama son söylediğini Vuslat hiç unutmayacaktı. Çok büyük bir yanılgı hissediyordu, kalbinde. Çünkü Kasım, yeri geldiğinde kendisine bile savunduğu tek insandı. Kasım doğruları söylese de onu bekleyecek olan bi kızı, hiç yapmaması gereken bir şeyle, yarasıyla vurdu. Ve her ne olursa olsun, Vuslat onu tanımanın ve aslında tam da olduğu gibiymiş, düşüncesinin ağırlığıyla ilerledi eksik taşlı kaldırımlarda.

Kasım, karşısında yüzüne vurulan bir öfke görseydi, bir kin dökme görseydi, bir acıya veya gözyaşlarına şahit olsaydı her şey daha kolay olurdu, ama Vuslat her ne kadar sessiz sedasız gitmişse o kadar felaketti Kasım için. Ve yaptığının çirkinliğini ezilerek hissediyordu. Artık zamanı geriye alıp o anları hiç yaşanmamış yapamazdı, her şey için geç kalmıştı.

***

Kelebek: keşke doğru düzgün veda etseydin Kasım. O denilir mi kıza

Kâ: kendimi parçalamak istiyorum Kardelen. kendimi mahvetmek istiyorum

Kelebek: zaten her türlü yara alacaktı Kasım. öyle de böyle de içi yanacaktı. senin peşinden gelmesin veya seni beklemesin diye bunu yapman çok kötü olmuş

Kâ: ben ne yapacağımı bilmiyorum Kardelen

Kâ: ona gittikten sonra yazıp anlatacağım her şeyi

Kardelen: sıçtığını sıvayacaksın yani?

Kâ: bir şeyi kurtarsın diye değil

Kâ: neden yaptığımı bir nebze de olsun anlasın diye. onu neden bıraktığımı

Kâ: ne şekilde olursa olsun o cümlenin bir açıklaması olmayacak biliyorum

Kâ: ben kendi fermanımı yazmışım zaten çoktan

Kâ: şu an tek isteğim yazdıklarımı okuması, onu bile yapmayacak olma ihtimali nefes aldırmıyor

Kelebek: güçlü ol, yaptığın hoş değildi ama içinden gelenleri yaz. ah kasım, seni anlamak bana bile acı veriyor. seni çok seviyorum tamam mı

Kâ: ben de seni çok seviyorum kelebeğim. her zaman aklımda ve kalbimde olacaksın bizimkilere iyi bak. onlara da özür borcum var ama zaten her şeyi elime yüzüme bulaştırdım.

***

Kasım o şehri terk ettiğinden itibaren dört gün geçmişti, neredeyse her gün Vuslat'a ulaşmaya çalışıyordu sosyal hesaplarından ama onun haber alacağı her yer kapanmıştı çoktan. Kardelen de onun okuldan ayrıldığını söylemişti. Ekin, Mete ve Kenan -özellikle de Kenan- Kasım'a çok kızgındı. Kenan, onun bu zamana kadar her şekilde yanında olmuştu ve böyle durumu kabullenemiyordu.

Birkaç gün sonra gmail hesabını kontrol ederken gelen mesajlara bakıyordu Kasım. Önemsiz iletileri atlayıp Kenan'ın mesajına çarptı gözü. Ve hızlıca açtı.

"Neler olduğunu biliyorum. Kardelen anlattı. Merak etme sadece bana anlattı çünkü kaçacak yer bırakmadım ve bir şey olduğu konusunda direttim, o da bahsetti, ona bir şey söyleme. Kızılacak, öfkelenecek biri varsa o da sensin. Sen ve aptal kararların. Bir şekilde üstesinden gelirdik bizim varlığımızı unutmasaydın. Onca zamanımız geçti bize bir vedayı bile çok gördün. Üstüne üstlük sanki seni hiç anlamayan insanlarmışız gibi yalan söylettirip ortadan kaybolmayı seçtin. Eyvallah, Artık diyecek fazla bir şey de yok zaten, babanın dizinin dibinde ne kadar mutlu olabilirsen o kadar mutlu ol. Her şeye rağmen bir telefon kadar uzağındayım Kasım. Sen benim tek kardeşimsin. Biz bize emanetiz, sen de Allah'a emanet ol. Hoşçakal."

Kasım gözlerinden akan yaşları fark etmeden sonuna gelmişti yazının. Kenan oldukça haklıydı. Hiç kimseye kızamazdı kendinden başka. Kasım kendini boğulmuş hissediyordu. Hiç birinin de ondan farkı yoktu, herkes aynı şeyi hissediyordu farklı farklı yerlerde. Vuslat hepsinden daha çok ağır şeyler hissediyordu. Onun da nerede olduğunu kimse bilmiyordu.

Vuslat Kasım'ı çoktan içindeki o ahşap eve hapsetmişti belki de?

Kimbilir belki kendisini de oraya hapsetmiştir?

kasım | textingWhere stories live. Discover now