⚘iki

10.9K 532 105
                                    

Hayatımdaki önemli gelişmeleri hep ben planlardım. Hangi okula gideceğimi, kiminle arkadaş olacağımı, kime düşman kesileceğimi, kimlerin benden nefret edeceğini... Ama kime aşık olacağımı seçemedim. Ve seçtiğim her şeyin bedeliymiş gibi beni mahvetti.

Yaptığım tüm kötülükleri bir bir ödemeye başladım. O da yetmedi, kalbim bedenimi zehirledi.

En sonunda yalnızdım. Bir de aşık. Akıl sağlığımı yitirecek gibi hem de.

Onunla ben, asla gerçekleşemezdik. Bu yüzden onu unutmayı tekrar ve tekrar denedim. En son, Theodore Anderson adında bir çocukla takılmaya başladım. Bana verebilecek dünyalar kadar şeyi vardı, benim bile içimi acıtacak kadar çabalıyordu. Ona hak ettiği ilgiyi vermiyordum ve onu, Brant Wood'muş gibi düşünmekten kendimi alamıyordum.

Theodore, beni her öptüğünde başkasının ismi zihnimden dökülüyordu. Bir şeyler anlıyor ama aldırmamaya çalışıyordu, bana kızıyordu fakat gizliyordu. Ona hiçbir zaman gerçeği, başkasını sevmediğimi söylemedim ama biliyordu işte. Yine de devam etmek istiyordu.

Hayatın acımazsız olduğunu daha önce duymuştum. Ama şu an, Theodore ile oturuyorken ve boğazıma dayanmış öfkeyle Brant'in bir kızla flörtünü izliyorken acının seviyesini hiç düşünmemiştim. Ki buna binlerce kez şahit olmuştum. Birini hoş bulurdu, kötü biri olmadığına kanaat getirirdi ve kızın da isteğiyle bir süre takılırlardı.

O kızların hepsinden daha güzeldim ama hiçbir zaman onlardan biri olmadım.

"Haftaya parti verecekmiş, gidelim mi?" diye soran Theodore'a döndürdüm bakışlarımı. Daha önceden konuşup dikkatimi dağıtsaydı keşke. Çünkü acıyan kalple gün geçirmek zor oluyordu. "Parti planlamana rağmen hiçbir partiye katılmıyorsun. Veronica da bunu sorup duruyor."

Veronica Wood, aşık olduğum adamın kardeşiydi. Planlarla hayatına dahil olduğum, yalan söyleyerek kandırdığım bir başkasıydı. Yalnızlığından faydalanıp arkadaşı olduğum biriydi. Sonra hayatının aşkını buldu ve 'hayatın gülümsedikleri' klübüne üye oldu. Veronica adına mutlu bile değildim. Artık beni az da olda aramıyordu, neredeyse hiç konuşmuyorduk. Brant hakkında bir şey söylemiyordu. Son zamanlarda onu arkadaşım olarak görmeye başlamıştım. Gerçekten. Nazikti, tatlıydı ama bir şekilde yollarımız hep ayrılıyordu.

Sanırım elimin değdiği her şeyi mutlu ediyor; sonucunda ben üzülüyordum.

"Veronica bana sorabilir. Sana niye soruyor?"

Kaşları kalktı. "Sevgilin olduğum içindir. Hatırlıyorsan."

Onu çok boşladığımı, bazı zamanlar terslediğimi biliyordum. Hak etmediği bir şeydi, yine de bu o kadar umurumda değildi. Sadece kendi hissettiklerimi düşünüyor, yaralarıma yara bandı arıyordum.

Theodore inatçıydı ve onun inadını geçirebilecek tek koz vardı, onu oynadım: "Bence parti yerine evine gitmeliyiz."

Tatlı bir şekilde güldü. Onda her şey vardı işte, kalbime bunu anlatmaya çalışıyordum. Benden daha büyük ve olgundu. Mükemmel orantıda bir yüze, yumuşak siyah saçlara, uzun boya ve fit bir vücuda sahipti. Üstelik iyi biriydi. Kahretsin, neden o olmuyordu?

Onun yerine Brant Wood vardı. Her zaman güzel bir orantıyla şekillendirilen sarı saçları, yeşilin en doğal halini taşıyan gözleri vardı. Sesi, kalbimi zıplatıyordu. Çoğu erkekle aramda kısa bir boy farkı olurdu ama o benden çok daha uzundu ve bir şekilde yanında durabildiğimde hep güneşimi kapardı; buna bayılıyordum ama o nefret ediyordu. Gülüşü ise tüm gece rüyalarıma giriyordu.

Ama asla bana gülümsemiyordu. Zaten gözleri bana döndüğünde hep somurturdu.

Brant'in konuştuğu kızın tekrar güldüğünü duyduğumda gerildim. Kulaklarım uğuldamaya başladı ve görüşümde benekler oluştu. Kalbim resmen cızırdıyordu, canımı yakıyordu.

Bir anlığına gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. Theodore'a, ödev teslim etmeyi unuttuğumu söyleyerek onu kısaca öptüm ve ayağa kalktım. Anlamıştı. İkinci haftadan ödev teslimi olmayacağını biliyordu. Sesini çıkarmadı, onayladı.

Kafamı gömerek biraz nefes almak için görünmeyeceğim bir yere ihtiyacım vardı. Dolabımın için güzel bir seçenekti. Bu yüzden yerine ulaşıp uzun dolabı açarak kafamı bir şey ararmış gibi içine soktum.

Ondan vazgeçmek için bir şeylere ihtiyacım vardı.

Mesela tesadüfler son bulmalıydı. Her yerde onunla karşılaşmamalıydım, okul dışından arkadaş olduğu gruptan arkadaşlarımız olmamalıydı ve en önemlisi, dolabı benimkinin yanında olmamalıydı. Çünkü bunu öğrendiğim ilk günden beri, yaklaşık dokuz gün önce, dolabımda fazlasıyla vakit geçiriyordum. Olur da gelir, kokusunu yakından alır ve mest olurum diye.

Kafamı sertçe dolaba vurarak kendime gelmeye çalıştım. Ardından hızla geri çekilerek kapadım. Göz ucuyla ise yan dolabın açık olduğunu gördüm, kalbim hopladı. Açıldığını bile duymamıştım, demek o kadar uzun süre yok olmaya çalışıyordum ki bir anlığına boyut değiştirmiştim.

Düşündüğüm gibi oldu. Kokusunu aldım, tanıdım. Veronica'yla evde takılırken dolabından çaldığım tişörtlerinden.

Kokular eğer renkle tarif edilebilseydi onunki mor olurdu. Beni intihara sürüklüyor ama ondan mahrum kalamacağım kadar güzel.

Kalmak istesem de gitmem gerek, dedim kendime ve hızla arkamı dönüp yürümeye başladım.

"Rosalinda."

Brant'in sesi arkamdan geliyordu. Duraksasam da yürümeye devam etmeyi seçtim. Başka bir Rosalinda'ya sesleniyor olmalıydı. Bu ben olamazdım çünkü daha önce hiç olmamıştım. Yine de ismimi ağzından duymak resmen boğazımı tıkadı ve nefesimi kesti.

"Rosalinda?"

Bir kere daha duydum. Karnıma ağrılar girdi, iki büklüm olmaktan son anda kurtuldum ve nefes almaya başladım. Daha fazla adımı söylemesin diye arkamı döndüm.

Bana bakıyordu. Zorlanarak gözlerinin içine odaklandım. "Bana mı dedin?"

Dolabının kapağını sertçe kapadı. Kaşları çatıldığında onu hayranlıkla izledim. Her mimiği güzeldi, hepsi kalbine nazikçe dokunuyor ama korkunç bir iz bırakıyordu. "Tabiki sana dedim. Başka Rosalinda yok burada."

Üç kere ismimi söyledi. Umut her hücremde yeşerdiğinde onları kökünden kopardım ve başımı iki yana salladım.

"Dönem başı partisini yine seninle benden istiyorlar." Seninle ben dedi. Neredeyse homurdanarak konuşuyordu. "Veronica'yı bana söylemesi için yine rahatsız etmeden önce çözelim şu olayı."

"Tamam." dedim ama ikimiz de hiçbir şey yapmadık. Birlikte mi düşünecektik, belki bir kafeye gidecektik? Ya da şimdi birlikte yürüyecek, konuşacaktık? Belki beni evine davet edecekti, tüm gece sohbet edip plan kuracaktık?

"Sana genel talepleri atarım, ona göre hazırlarsın. Ya da sen bana yazarsın, ben hallederim."

Veya birkaç cümleden ileriye asla gidemeyecektik.

Arkamı dönüp yürümeye başladım.

"Hey, cevap vermedin..." diye seslendi arkamdan.

Vücudum sanki fırtınaya tutulmuş gibi titriyor, midem bulanıyordu. Hayal kırıklığı ve öfke beni ele geçiriyordu.

İlerlerken onun duyabileceği bir sesle "Her şeyi ben hallederim, ne yapmam gerektiğini biliyorum." dedim, yüzüne dönmeden.

Cidden, bu parti başkanlığını liseden beri yapıyordum ve insanların taleplerinin ne olduğunu bilmiyor olma ihtimalim neydi? Onunla sadece konuşmak istememi anlamamazlıktan gelmesi sinirlerimi bozuyordu. Beni inanılmaz üzüyordu. Benimle konuşsa ne olurdu ki?

Ne olacağını biliyordum.

Aptal gibi umut edecektim. 

Adımı söylediğinde bile yaptığım gibi.

tenimin altındasınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin