⚘on

6.5K 476 74
                                    

Kafeden içeri girip yerleştim, ayağımın artık hafif sızı dışında sorunu kalmadığı için tek başıma yürümekte zorlanmadım. Brant de birkaç dakikanın ardından kendine gelmiş ve karşıma geçmişti. Aslında şoka girmesi gereken bendim. Halbuki ellerimin hala titriyor olduğu belli olmasın diye göğsümde birleştirmek dışında hiçbir şey yapmamıştım.

Bu benim hayallerimden biriydi. Gerçekleşmişti.

Elim ayağım birbirine dolanıyordu ama bir yandan da eksik bir şeyler hissediyordum. Neydi?

Brant siparişler gelene kadar benimle konuşmamıştı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Ben de o durumdaydım. İçimden Brant'e bağırmak da geliyordu, alay etmek de. Buna seneler önce izin verseydi ne olurdu?

"Rosalinda Cruz?"

Adımı tanıdık bir sesten duymamla başımı kaldırdım. Karşımda Sean Jackson duruyordu. Onunla liseden tanışıyordum. O benim eski halimin... Erkek versiyonuydu. Esmerdi, uzun boyluydu ve takıntılı olduğu, havaya bakmadan giydiği deri ceketlerinden biri üzerindeydi. Pek değişmemişti, hala yaydığı hava aynıydı.

"Seni gördüğüme sevindim." diye devam etti. Gözleri bir an Brant'e kaysa da umursamadı ve eliyle başka bir masayı gösterdi. Gösterdiği yerdeki arkadaş grubundan tanıdıklarım vardı elbette. Mesela kızların hepsi benden nefret ederdi çünkü onları aşağılamaktan hiç çekinmemiştim. Erkekler ise onlara iyi davrandığım sürece bana karşılık verir, aksi takdirde konuşmazlardı.

Şimdi ise hepsi şaşkınla bana bakıyordu. Eğer Sean Jackson ve arkadaşlarını biraz tanıyorsam, yeni halimle alay etmeyi kaçırmayacaklarına emindim.

Onları çok uzun süre görmemiştim, farklı üniversitelerde olsak da başlarda aynı mekanlarda takılırdık. Brant'ten sonra hepsinden vazgeçmiştim. Tabii, ayrılışım kolay olmamıştı. Kavga doluydu.

"Ben seni gördüğüme sevinmedim, Sean."

Sırıttı, onu terslememden susması gerektiğini hiç anlamamıştı zaten. "Yapma böyle. Gel bizimle otur biraz, eski günler hakkında konuşuruz. Pek güzel ayrılmadın aramızdan, sana bunu düzeltmen için fırsat veriyorum."

Tanrım! Onların yol kenarındaki bir restoranda olma ihtimalleri sıfıra yakındı! Şimdi tam Brant'i yakalamış ve onunla konuşmaya başlamışken neden geçmişim beni rahatsız ediyordu?

Daha kötüsünün de olabileceğini kendime söylerken sakin kaldım. "Sağ ol, gerek yok. Farkındaysan biriyle oturuyorum. Hadi Sean, git masamızdan."

Brant'e baktım, alttan ayağını dürttüm ve bir şeyler söylemesi gerektiğini belirttim. Ayağa kalktığında Sean ile Brant'in oran farkı açıkça ortaya serildi. Boy farkları fazla olmasa da sanki Brant üstten bakıyor gibiydi.

Normalde Brant iri biri gelmezdi gözüme çünkü arkadaş grubundaki herkes öyleydi, ayrıca takıldığım diğer erkek olan Theodore'un da onlardan bir farklı yoktu. Sean ise sporla normal bir seviyede haşır neşir olan birinin vücuduna sahipti.

Sakince "Birini dövmeden yemek yemek istiyorum. Eğer izin verirsen." dedi ama sesi sonlara doğru tehditkar çıkmıştı.

Sean kaşlarını kaldırdı. "Senin gibiler burada yemek yer miydi ya? Daha çok maç izlerken göbeğini kaşıyıp 'bira getir' diye bağırman gerekiyordu."

Brant'e atılıp yumruğunu tutmak istedim ama o beklediğim tepkiyi vermedi. Montunu önceden çıkardığı için üzerinde sadece kazağı vardı ve kazağını tutmuş, yukarı kaldırarak karnını açığa sermişti.

"Hangi göbek?"

Sean bunu beklemiyormuş gibi afalladı, bir yandan da onun delirdiğini düşünüyor olmalıydı ki bir şey demeden gitti. Gittiği gruptaki kızlar -hatta restoranttaki birçok kız- Brant'e bakıyordu.

tenimin altındasınWhere stories live. Discover now