⚘üç

8K 499 44
                                    

Bugün okulun bahçesi çeşit çeşit insanlarla dolmuştu. Hayallerdeki üniversiteye geldiği için sevinip hayranlıkla etrafı izleyenler, ezikçe etrafa bakınıp arkadaş arayanlar ve ben. Daha iyi bir yere gidebilirken okuduğum lisenin üniversitesini, sırf onun için tercih etmiş olan aptal ben. Senelerdir uğraşmasına rağmen, daha geldiği ilk günden Brant'in arkadaş grubuyla oturup şakalaşan küçük kız gibi olamayan ben.

Hayallerimi geri istiyordum. Başarılı olmayı geri istiyordum. Eski beni geri kazanmak istiyordum. Yapamıyordum. O varken olmuyordu. O, her şeyimi ele geçirmişken kurtulamıyordum. Ağır bir hastalık gibiydi ama kimse iyileşeceksin demiyordu.

Bugün gözüme kestirdiğim o kızın Brant ile ne tür bir ilişkisi olduğunu merak ettiğimden onu takip ettim. Kızları Brant'ten uzaklaştırmak için çaba sarf etmeyi, Brant bunu fark edip bana kızdığı anda bırakmıştım. Aslında gereksiz bir çaba olduğu için pes etmek zor gelmemişti.

Kızın son dersten çıkmasını bekledim, koridorda yürürken birden yanına ulaştım. Kısa boylu, siyah saçlı, donuk bakışlıydı. Ama çekici, hatta seksi olduğunu her ne kadar istesem de inkar edemezdim. Yürürken yavaşlamak zorundaydım, bir adımım onunkinin iki katıydı ama boyundan değil, sanki bilerek küçük adımlar atarak gideceği yeri geciktiriyor gibiydi.

Beni fark ettiğinde kaşlarını çattı.

"Merhaba. Adım Rosalinda ama herkes Rose der." dediğimde başını salladı. Arkadaş canlısı değildi, ben de değildim ama öyle davranmalıydım. "Eteğin çok güzel. Hep giymek istemişimdir ama bende seninki gibi güzel durmuyor maalesef."

Bir an bacaklarıma baktı, muhtemelen dediklerimi tartıyordu. Yalan olduğu belli olmasına rağmen inanadı. "Rosalinda'nın kısaltılmışı Rose değil ki. Rosa."

"Biliyorum. İstersen Rosa diyebilirsin." Onu terslememek için dişlerimi sıktım. Aptal mı sanıyordu beni? Aman ya... Sakin olmalıydım, kötü bir niyeti yoktu; sırf onu kıskandım diye sinirlenmemeliydim. "Birkaç dersimiz ortak, takılabiliriz diye düşündüm."

Takılmak. Yanlış kelime. Arkadaş olmak, daha masumcaydı ve kullanmam gereken oydu.

Kaşları kalktı. Beni derslerde fark etmemişti. Bu canımı yakmıştı çünkü beni eskiye götürüyordu. Birinin beni fark etmemesinin imkansız olduğu zamanlara.

Aşk, beni değişime zorladı; kurtulamadım.

"Tabii, güzel olur." Durduğunda ben de durdum. Bir süre düşündü. Ağzındaki cümleler, çıkmak ile saklanmak arasında mücadele etti ama özgürlük kazandı. "Aslında şu an birine yetişmem gerek. Yarın görüşürüz."

Başımla onayladım ve gerçekçi sahte gülümsemelerimden birini sundum. İkinci plana atılmak ya da plana hiç dahil edilmemek benim işimdi zaten.

Arkamı döndüğümde köşeyi geçmiş Theodore'u fark ettim, beni göremeden arkadaşları onu çağırdı. Birkaç dakika kendimi belli etmekle etmemek arasında kaldım ve en sonunda, spor salonuna doğru yürümeye başladım.

Başka birinden hoşlanıyormuşum gibi yapmayı kaldıramayacağım vaktin gelmesinden korkuyordum ve bunu olabildiğince geciktirmek için Theodore'un gözüne batmadan ondan uzak durmayı deniyordum.

O an üzerimde bakışlar hissettim ve Theodore olduğunu düşündüm, ismimi bağırmamasını diledim.

Kimse seslenmedi, yoluma devam ettim.

Üzerimi değiştirerek şortumu ve formamı giydim. Koç Brown ortalıkta yoktu, okulun ilk günü olduğu için voleybol takımı henüz kurulmamıştı ve liseden oynamaya devam edecek olanlar da birkaç ders önce çıkmıştı. Erkekler de buraya genelde gelmezdi çünkü voleybol oynamayı tercih etmezlerdi.

Öfkemi topa yönelterek servis çalışmalarına başladım. Tek başıma yapabileceğim çok bir şey yoktu zaten ama eve gitmek de istemiyordum. Çünkü ailem, özellikle annem, Yale'i tercih etmediğim için kızgındı. Hem de çok.

Her şeyi kafamdan atmak ister gibi başımı iki yana sallayarak topa vurduğumda alkış sesi duydum. Başım hızla sağa çevrildi. Gözlerim şokla doldu.

Brant Wood'un burada ne işi vardı?

"Yanlış anlama, güzel attığın için alkışlamadım." dedi, soğuk bir sesle. Gözleri nefretle doluydu, bunu azaltmaya uğraşmadan saf iğrenmişlikle bana bakıyordu. Gözlerimin dolmasına engel olmaya çalıştığımda vücudum buz kesti. "Başka birini daha acımadan harcıyor olduğun içindi."

"Ne?"

Hareket edip attığım topu geri almam lazımdı ama donup kalmıştım.

"Bir anlığına senin biraz değiştiğini düşünmüştüm." Kendi kendine histerik bir şekilde güldü. "Ama görüyorum ki canın istediğinde oyuncağına kucak açıyor, istemediğinde görmezden geliyorsun."

Theodore'dan bahsediyordu.

"Ne yaptığım seni ilgilendirmez." Yumruklarımı sıktım. "Kardeşinden uzak duruyorum zaten. Yetmiyor mu?"

"Ne yaptığın beni ilgilendiriyor. Çünkü etrafımdakilere bulaşıyorsun." Sesindeki tehdit yüzüme bir tokat misali çarptı. "Bellanita'dan uzak dur. Kardeşimi zehirlediğin gibi onu da zehirlemeye kalkma."

Dudaklarım zorla kıpırdandı. "Kardeşini zehirlemedim."

Ona göre Veronica'yı Brant'e çaresizce aşık olduğum konusunda kandırmıştım. Ama ona söylediğim tek doğru buydu.

Ama Veronica'yı arkadaşım olarak görmeye başladığım anda benden uzaklaşmıştı.

"Ne demek istediğimi biliyorsun. Ne yapman gerektiğini de."

Yok olmam gerekiyordu. Bunu yapabilsem emindim ki Brant ilk defa benim yüzümden mutlu olurdu.

Vücudum soğuğa kapılmış gibi titredi ve gözlerim, içimi kırıp döküp gitmesini izledi.

Güçlen ve kendine gel, Linda.

Nasıl? Kalbimi yenemiyordum.

Ben sadece ona bakmak isterken onun benden nefret edişini gözlerinden atamıyordum.

Hiçbir şekilde Brant Wood'tan uzak duramıyordum.

Tam bir hayal kırıklığıydım.

tenimin altındasınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin