8. Bölüm: "Sessiz Dans"

149 12 11
                                    

Bu bölümde şarkı yok. :)) Nedenini bölümü okuyunca anlarsınız.  :)

Keyifli okumalar dilerim.

8. Bölüm: "Sessiz Dans"

Gece gökyüzünde yansıyan parlak aya bakıyordu genç adam, içindeki dalgalı denizlerin durulması için. Lakin parlayan ay, denizi içine çekiyor ve sanki olabildiğince gelgiti arttırıyordu.

Ruhuna asılan idam ipi canını yerden kesiyordu.

"Bu labirentten çıkamıyorum, Eray. O kadar karışık ki... Günlerdir düşünüp biçmeme rağmen tek bir çıkış kapısı bulamıyorum. Samanlıkta iğne aramaktan çok daha farklı gibi. İmkânsız... Bilemiyorum, sana bu konuyu hiç izah etmemeliydim belki de. Ben düşünemiyorum, düşündükçe duvara tosluyorum. Sende de farklı olmayacak."

Eray, kulaklarına dolan cümlelerle gözlerini gökyüzünden ayırdı. Çay kaşığını dalgın dalgın karıştıran patronuna döndü gözleri. Dumanlı mavi göz bebekleri masaya kilitlenmişti. Bir buçuk haftalık seyahatinden daha güçlü ayrılır diye tahmin etmişti lakin ilk zamankinden daha umutsuz, daha yeis görünüyordu.

"Yapmayın İzzet Bey," dedi, başını iki yana sallayarak. "Bana bizzat kendiniz demediniz mi? Yeğeninizi o adama bırakmayacaktınız, onu kurtaracaktınız. Bu kadar çabuk karalara bağlanmamalısınız. Biraz daha dirayetli olmanızı beklerdim sizden. Benim tanıdığım patronum böyle bir adam değildi çünkü." Yaşlı adam ciğerlerine soluk bir hava çekti. Öyle ki, içine çektiği hava değil; kör bir zehirdi sanki.

"Her şey üst üste geldi. Kız kardeşimin nefes almayı yıllar önce bıraktığını öğrendim ben! Bu öyle, kolayca sindirilecek bir durum değil ki... Günlerce düşündüm durdum, başka bir halt yapmadım –ki biliyorsun- İstanbul'dan ayrılmadan önce de doğru düzgün işlerle ilgilenememiştim. İçim... İçim çok acıyor, bu öyle bir acı ki; ne tek bir damla gözyaşı döküyor ne de bağırıp çağırıyorum. Yüreğimi yakan, yaktıkça kül eden o acıyı en derinime kadar hissediyorum. Her yerim sancılanıyor."

Eray sustu, acılar konuştu. Yaralar konuştu.

Karamsarlık... Bugüne kadar karamsar bir adam olmamıştı, iyimser bir adam da. İçine düştüğü nehir onu nereye savurursa orada bulmuştu kendini. Düşünememişti, hayâl etmemişti. Ettirilmemişti. Lakin İzzet Bey'in şu anki hâlini gördükçe, umutsuzluğun bir kuyuya düşüp karanlıkta kalmakla eş değer olduğunu anlayabiliyordu. Umuda tutunmak, mutluluğa giden yolun öncüsüydü.

"Siz güçlü bir adamsınız," dedi ardından, sessizliği ok gibi delerek. "Yıllarca, kaybettiği kız kardeşinin yolunu gözleyecek kadar vefakâr, yenilgiye boyun eğmeyecek kadar da cesursunuz. Onun ardında bıraktığı yavrusuna da kol kanat gerecek kadar da merhametlisiniz. Peki söyleyin bana, bu hâliniz dediğim adama uyuyor mu? Bence uymuyor." Şimdi susma sırası İzzet Bey'de idi. Yaşlı adam, başını öne eğerek gözlerini masanın üzerinde ellerine yöneltmişti. Eray cevap beklemeden devam etti. "Haklı olduğumun farkındasınızdır, umarım. Şimdi... Bana olanları en başından itibaren daha derin bir şekilde anlatmanız gerek ki, ben de durum tahlili yapabileyim."

İzzet Bey başını kaldırdı. "Anlatacağım başka hiçbir şey yok ki, sana her şeyi anlattım."

"Öyle değil," dedi Eray, başını iki yana sallayarak. "Mahperi Öztuna, yani kız kardeşiniz, o adamla nasıl tanıştı? Nasıl oldu da ailesini geride bırakacak kadar o adama bağlandı? Ya da en önemli soru... Sinan Karaer kimdir?" Yaşlı adamın gözlerinde geçmiş zamanın yırtık perdesi belirdi. O yırtıklardan yansıyan ışık, geleceği aydınlatıyordu. Mavi gözleri hiddetle parlarken, ciğerlerine dolan havanın ne kadar kesif olduğunu fark edemedi. Tek bir nefes bile yetmezdi o acı alevin sönmesine.

BEYAZ KUĞU Where stories live. Discover now