9. Bölüm: "Ay'ın Karanlık Öyküsü"

127 11 15
                                    

Soundtrack 8:

Dario Moreno - Her Akşam "Sarhoş"



Keyifli Okumalar..





9. Bölüm: "Ay'ın Karanlık Öyküsü"







Bazı kelimeler vardır, kulaklarımızda dolduğu anda ruhunuzun tüm duvarlarını tek bir darbeyle yıkar. Öyle büyülü kelimelerdir ki onlar... Fecaat doğurur bir anda. Yüreğinize zehirli tohumlar ekerler, toprağınızı katlederler. Bazen de öyle kelimelere dönüşürler ki, toprağınıza çiçek tohumları ekerler. O tohumlar büyür, rengarenk kelebeklerin konduğu bir menekşeye dönüşüverirler.

Erva'nın körpe toprağına çiçek tohumlarını ekliyordu genç adam sanki.

Çantasının kayışına koparacakmış gibi asılmıştı. Kalbinin hızlı ve düzensiz atışları göğsünü yumrukluyordu. Çenesini kaldırarak başını kapıya yasladı. Genç adamın yanından uzaklaşmadan önce söylediklerini hatırına getirdi.

"...yarın kim olduğumu unutana kadar içmek istiyorum."

Derin bir nefes vererek gözlerini açtı. Kafasını yasladığı kapıdan geri çekerek zihnine kendine gelmesi gerektiğine dair bir emir verdi. Elzemli olmayan, onun ruhuna bu kadar etki etmeliydi işte. Onu böyle sarmaşık gibi sarmamalı, benliğine hakim olmalıydı. Sen nasıl bir adamsın Eray diye iç geçirdi. Tek bir bakışın, içimdeki dağları delecek kadar efsunkar.

Kendi kendine gülümsediğini fark ettiğinde kıkırdadı. "Deli miyim, neyim ben?" Deli olmuştu. İç çekerek çantasını boynundan çıkardı. Küçük oturma odasına girdiğinde çantasını kırmızı koltuğa attı. Kendini de koltuğa attıktan sonra başını koltuğa yasladı. Parmak uçlarıyla şakaklarına dokunduğunda bebek saçlarının terden alnına yapıştığını fark etti.
Onunla dans etmek... Ayakları tarumar olana kadar dans edebilirdi onunla. Onun ritmiyle, onun notalarıyla sonsuza kadar...

Gözlerini kapattığında, o karanlık hezeyanda güneş gibi doğan çehre onun çehresiydi. Gizi göz bebeklerinin altında saklıydı. Ellerini tutan eller onun sıcak elleriydi. Asla bırakmayacağını yeminini verir gibi tutuyordu ellerini. Gözlerini örten zülüflerini parmak ucuyla geriye çeken parmaklar onun parmaklarıydı. Bakışlarını kendine kilitlemek istiyordu. Alnının üstünde hissettiği onun alnıydı. Hissettiği, dokunduğu, gördüğü her şey o'ydu.

Gözlerini açtığında o adam artık yoktu. Sanki saçından sürüklenmiş de, bulutların üstünden boşluğa atılmış gibi hissediyordu. Düşüyordu, havadaydı ve ayakları yerden kesilmişti. Düşerken o rüzgarın tenini yaktığını hissedebiliyordu. Peki yere ne zaman çakılacaktı? İşte bundan bihaberdi.

Ayağa kalkarak başını iki yana salladı. Duvarlara çarpmaktan ruhu nasır tutmuştu. O zaman sadece yaşayacaktı, o sınırları geçip duvarlara toslamayacaktı.

Şu an gökyüzündeydi lakin biliyordu ki yere düşüşü sert olacaktı.

Aynı gece, aynı saatler genç adam da evinin büyük penceresinden gökyüzünü izliyordu. Elindeki bardaktaki zehir gibi sapsarı sıvı, gecenin karanlığında parlıyordu. Tek tük yıldızların süslediği gökyüzünde, yarımay tüm ihtişamıyla oradaydı. Kendi yüzüne, gözlerine bakıyordu sanki. Ağzı yoktu, dili yoktu lakin en acılı hikayeleri anlatıyor gibi hissediyordu.

BEYAZ KUĞU Where stories live. Discover now