Bölüm 1

191 29 33
                                    

Sıçrayarak uyandım.

Kafatasımın içinde bir yangın vardı. Bütün hayatım gözlerimin önünden geçip bir bir beynimin ücra köşelerine siniyor, yerlerine yeni anılarım yerleşiyor ve olağanüstü bir kaosa sebep oluyorlardı. Ne kadar olduğunu tahayyül edemediğim bir vakit sonra durdu. İçime bir huzur çöktü, kulaklarımda hafif bir uğultu dışında hiçbir şey kalmadı. Kafamı sertçe yastığa bırakıp birkaç dakika boyunca nefesimi yoluna sokmaya ve acımı dindirmeye çalıştım. Olanları yeni yeni idrak etmeye başlıyordum fakat olması gerekenin aksine paniklemiş hissetmiyordum. Yaşadığım bunca şeyin ve içime dolan huzurun delirmemden kaynaklı olmasının imkanı yoktu.

Yani, muhtemelen delirmiş olsam da böyle düşünürdüm. Fakat hissediyordum işte, içimde en ufak bir şüphe yoktu. Ölmüştüm ve tekrar dirilmiştim.

Tanrım kulağa çılgınca geliyor ama eh, teşekkür etmekten başka ne gelir elimden?

Bir anda aklıma gelen fikirle yerimden fırladım ve masamdan bir kağıt kalem alıp yazmaya başladım. Öldüğümde benimle konuşan kadının söylediklerini hatırladığım kadarıyla eksiksiz yazdım, sonradan unutmak veya şüpheye düşmek istemiyordum. Dünya'ya bir iz bırakmaktan kastının ne olduğunu henüz anlamamıştım, bu büyük bir başarı elde etmek olabilirdi, birilerinin kalbinde yaşamak olabilirdi hatta bir çiçek dikmek bile olabilirdi. Bu konuda ne yapacağımı bilmiyordum o yüzden akışına bırakmakla yetinecektim fakat birini kurtarmaktan kastı daha acil bir şey olmalıydı. Söylediği kişi intihar edecek olabilirdi ya da ben hayatına girdiğimde bir şekilde bir kazayı engelleyecek olabilirdim. Evet, kesinlikle önceliğim onu bulmaktı. Elimdeki siyah kalemi bırakıp masanın üstündeki yığından başka bir kağıt ve fosforlu mavi bir kalem aldım ve üstüne büyükçe ''Calum Hood'u bul'' yazdım.

Birkaç saniye sonra alarmım çalmaya başladı. Zihnimdeki her şeyi bir kenara bırakıp normal, huzurlu bir sabaha uyanmışım gibi davranmaya karar verdim. Sonuçta bana bir şans verilmişti ve önceki hayatımda uğraştığım hiçbir felaketle uğraşmak zorunda değildim. Eyaletin diğer yakasında sakin bir mahallede, küçük ama bahçeli bir müstakil evde yaşayan, hiç görmediği ailesinden miras kalan çiçekçi dükkanını işleten genç bir kızdım ben artık. Carol Peterson, 21 yaşında kendi halinde mutlu bir kızdı. Bu hayat bana verilmişti ne kadar saçma olursa olsun olmuştu işte, delirmiş bile olsam önemli değildi, bunun bir anlamı olmalıydı ve elimden geldiğince yaşamak zorundaydım artık. Bu yüzden yerimden kalkıp alarmımı kapattım ve dolapta bulduğum en tatlı elbiseyi giydim, süslendim. Bisikletimle işe giderken bir simit aldım ve günümün tadını çıkartmaya çalıştım.

Gün, beklediğimden daha hareketli geçti. Birkaç kez tanıdık birileri gelmişti ve kahve içip sohbet etmiştik. Bu hayatımla ilgili her anı eksiksiz aklımdaydı fakat ne hissettirdiklerini bilmiyordum. Örneğin lise birde çıktığım Chris'in dudaklarının dolgun ve yumuşak olduğunu, seneler önce ölen büyükannemin kocaman sarılışlarını, her akşam yolumu uzatıp bisikletimle sahilden geçerkenki burnuma gelen tuz kokusunu, tenime değer rüzgarı anımsıyordum fakat hissettirdiklerine dair bir fikrim yoktu. Yaşadığımda beni mutlu eden her şeyi teker teker yapıp hissetmek için içim heyecanla doluyordu. 

Bu yüzden olacak ki yapacaklarımı planlayarak geçirdiğim bir günün sonunda heyecanla kepenkleri indirirken arkamdan gelen sesi hiç beklemiyordum. ''Hey, kapatıyor musunuz?''

Arkamı döndüğümde karşımda bir yüz göremedim çünkü, Tanrım, karşımda devasa biri dikiliyordu. Kafamı kaldırıp gözlerimi hayalkırıklığı akan yüzüne diktim. ''İşten yeni çıkabildim ve annemin doğum günü için çiçek almak istiyordum. Benim için yapabileceğiniz bir şey yok mu?''

song of happinessWhere stories live. Discover now