Bölüm 6

138 28 38
                                    

Büyükannem, annemler öldükten sonra onların adına bir burs vermeye başladığını anlatırdı. Burs verdiği öğrenciler ara sıra bize gelir ve beraber yemek yerdik. Benimle vakit geçirdiklerinde mutlu olurdum çünkü büyükannem sevgisini benden eksik etmese de bunu göstermekte biraz yetersiz kalır, benimle pek vakit geçirmezdi.

O öldüğünde çoğu öğrencisi zaten mezun olmuştu, ilerleyen yıllarda kalanlar da mezun olmuş ve ben tekrar burs verebileceğim kimseyi bulamamıştım. Az çok kazanan bir dükkanım, kirasını ödemek zorunda olmadan yaşayabildiğim bir evim vardı. Pahalı hiçbir zevkim yoktu. İleriye yönelik bir planım da yoktu, dolayısıyla pek para harcamıyor veya biriktirmiyordum. Ailemin bana bıraktığı imkanlarla bir şeyler yapmak da pek içimden gelmiyordu açıkçası, ben de büyükannemin burs için ayırdığı miktarı bağış kabul eden kurumlara vermeye devam etmiştim.

Dükkana bir çalışan almaya karar verdiğimde aklıma direkt ihtiyacı olan bir lise öğrencisi bulmak gelmişti çünkü bir çalışan almak demek yaptığım bağışın azalması demekti ve bu pek içime sinmiyordu. Aklıma ilk Luke gelmişti, ona bu konuyu açtığımda hemen Wildwood'da ders verdiği liseden birini bulabileceğini söylemiş nitekim bir haftada birilerini bulmuştu da.

Julia'yla geçen hafta tanışmıştık, fazlasıyla neşeli tatlı bir kızdı, vakit buldukça dükkana geliyor ve işleyişi öğreniyordu. Şimdilik sadece hafta sonları ve ihtiyacım olduğunda ara sıra gelmesi için anlaşmıştık. Yarın ilk defa dükkanı yalnız başına ona bırakacaktım. Aslında ilk seferinde yanında olmak isterdim ama daha önemli bir işim vardı, Calum'ın doğum günü.

Yılbaşında konuştuklarımızın üzerinden üç haftadan fazla geçmişti fakat hiç baş başa kalıp bu konu hakkında konuşma şansımız olmamıştı. Nasıl bir ilk adım atacağımı da bir türlü kestirememiştim fakat geçen gün laf arasında Luke'un Calum'ın doğum gününden bahsetmesi üzerine kafamda çarklar dönmüş ve bunun iyi bir fırsat olabileceğini düşünmüştüm. Planlarımı uygulayabilmek için cuma akşamı Calum'a mesaj atmış, cumartesi günü ise çocuklarla buluşmadan birkaç saat önce sözleştiğimiz üzere evinin önüne gelmiştim.

Bisikletimin zilini çalmadan önce derin bir nefes aldım ve yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

Evet Carol, üstesinden gelemeyeceğin bir şey değil. En kötü ne olabilir ki?

İnsan bir kere öldükten sonra utanma ve korku duyguları azalıyordu sanırım, yani gerçekten, en kötü ne olabilirdi ki?

İstikrarlı bir şekilde 3 dakika zil çalışımdan sonra Calum verandasında belirmiş ve her zamanki ifadesiz suratıyla bana doğru yürümeye başlamıştı.

''Atla hadi.'' Güldü. Ciddi olduğumu anlayınca kafası karışmış bir halde kaşlarını çattı.

''Ne demek atla? Bisikletle mi gideceğiz?''

''Evet. Ne var ki bunda?''

''Beni taşıyamazsın.''

Gözlerimi devirirken ufladım. ''Liseyi bitiren sensin ama anlaşılan yeterli fizik bilgisine sahip olan benim. Bin kilo değilsin ya, atla hadi uzatma.'' Huyuna gitme konusunda pek başarılı olamıyordum sanırım.

Söylene söylene arkama yerleştiğinde yavaşça sürmeye başlamıştım. Bu bisikletle defalarca yük taşımış, birileriyle yolculuk etmiştim, bu yüzden Calum'ın ağırlığı beni zorlamıyordu. Fakat ensemdeki nefesi içimde tam olarak adını koyamadığım bir his oluşturuyordu.

''Neden bisiklet kullanıyorsun, seni hiç araba kullanırken görmedim.''

Nereye gittiğimizi sormamasından en azından bu konuda sıkıntı çıkarmayacağını anlamıştım. ''Sen neden araba kullanıyorsun?''

song of happinessWhere stories live. Discover now