Bölüm 8

159 38 35
                                    

Hellö dostlarım. Hiçbir şekilde sınır koymadığımı bilin lütfen ama okuyan sayısıyla oy sayısı arasında dağ gibi bir fark olduğunu biliyorum. O yüzden bu bir hatırlatıcıdır, pamuk eller oy tuşuna eheh iyi okumalar^^

Bitkiler tek başına büyümez. Kökleri diğer bitkilerle birleşmek ve sıkılaşmak ister, koca araziye veya büyük saksıya dikilen tek bitki daima cılız kalır, kökleri sertleşmediği için hiçbir zaman tam anlamıyla büyümez. Büyükannem Marie, küçüklüğümde bana bunları öğretirken hep insanları bitkilere benzeterek örnekler verirdi. Carol, derdi, ben sensiz yaşayamam sen de bensiz yaşayamazsın gördün mü, biz böyleysek bitkiler nasıl tek başlarına ayakta kalsın? 

Şimdi beni büyüten kadının mezar taşına bakıyordum, evet yaşamıştım, onsuz.

Şubatı yarılamıştık ve havalar yavaş yavaş sıcaklıyordu, bugün yağmur yağmadığını gördüğümde çocukların konserine gitmeden önce uzun zamandır aklımda olan bu ziyareti gerçekleştirmek istemiştim. Mezar taşına yaklaştım ve elbisemin paçalarını toparlayarak yere bağdaş kurdum.

"Aslında buraya daha önce gelmeyi isterdim fakat... Biliyorsun. Ben senin tanıdığın torunun değilim ve benden nefret etmeni istemedim sanırım." Yüksek sesle konuşmak diyalog kuruyormuşuz hissi veriyordu. Eh, belki de kuruyorduk. Artık inanmayacağım hiçbir şey yoktu. Marie bir anda karşımda belirse irkilmezdim sanırım.

"Sana dair her şeyi hatırlayıp hiçbir şeyi hissetmemek yorucu. Doğrusu, başta çok garipsemiş ve bazen sinir bozucu bulmuştum. Yani yaşadığımız onca güzel şeyi hatırlamamak çok saçmaydı değil mi? Bana istediğim hayatın sözü verilmiş ve sonunda onu yaşadığımı düşünmüştüm fakat geçmişte yaşadığım her şey birer kütüphane bilgisi gibi hissiz bir şekilde zihnimde sıralı duruyordu. Bilirsin, bilmek bazen hiçbir şey ifade etmez, önemli olan duygulardır. Eskiden konuştuğum herkesle tekrar konuşup onları hatırlayabiliyorum, eskiden yaptığım bütün rutinleri tekrarlayıp anılarımdaki her şeyi tekrarlayabiliyorum, onları tekrar hissedebiliyorum. Ama seninle olanlar... Hep anı olarak kalacak, asla hislerini geri döndüremeyeceğim."

Soluklanırken gözlerimle mezarlığı taradım, kimse yoktu.

"Evet, tüm bunlara başta çok kızmıştım. Ama sonra ne fark ettim biliyor musun? Geçmiş hayatımda ailemle yaşadığım en mutlu anda hissettiklerimi hatırlamak bile seninle sıradan hissiz bir anımdakini hatırlamak kadar iyi hissettirmiyor." Gülümsedim.

"Her şey için teşekkür ederim büyükanne. Her şey için. Carol'ı bu kadar mutlu yetiştirdiğin için, öğrettiklerin, bize bıraktıkların için. Ve ah, merak etme. Carol'a çok iyi bakıyorum. Sanırım onun başına gelen en korkunç şeyler de benim anılarımdır. Ki bu biliyorsun- biraz ironik." Kendi kendime güldüm. İki tane yirmi yıllık hayat deneyimi birleşince kırk yıl mı ederdi acaba? Yoksa fazlasıyla dolu bir yirmi yıl mı? Saçmalıyorum.

"Arkadaşlarımı görüyor musun acaba? Ne düşünürdün merak ediyorum. Bence herkesi çok severdin, yalnızca Luke'u belki biraz geveze bulabilirdin. Ashton gerçekten olgun biri, en iyi onunla anlaşacağınızdan eminim. Calum'la da iyi anlaşırdınız bence. Yani evet başta biraz pislik gibi davranabiliyor ama zaman geçtikçe daha nazik birine dönüşebiliyor."

Her hafta bir şekilde Calum'la yalnız kalıp konuşmaya çalışıyordum. Buna o da alışmıştı, eskisi gibi kasıntı cevaplar vermiyor daha rahat sohbet ediyordu. Ayrıca yanımda olduğu sürece yabancılara daha nazik davranmaya çalıştığını da fark edebiliyordum. Kadının Calum'ı kurtarmaktan kastının bu olup olmadığını bilmiyordum, içinde gerçekten bir şeyler değişiyor muydu yoksa gerçekten ben yanındayken bir kaza gerçekleşecek ve benim sayemde  hayatı mı kurtulacaktı? Öyleyse bile bütün bunları yaptığım için pişman değildim. Calum öylesine biri değildi sonuçta, arkadaşımdı.

song of happinessWhere stories live. Discover now