8

253 31 5
                                    

''Şimdi şunu baştan alalım. Cuma günü beni kitapçıda gördün, tanıştık. Sonraki günler gelmeye devam ettin. Ve ben de her gün oradaydım. Aynı saç, aynı kıyafetle... Arkadaş olduk. Sonra bir anda ortadan kayboldum.''

''Evet.''

Güz gülümsemesine mani olamadı. ''Çok saçma! Dayıma, doktoruma, hemşirelere, hasta bakıcı abiye bile sorabilirsin. Kaza geçirdim. O günden beridir de buradayım. Belki de beni biriyle karıştırıyorsun.''

''Güz Eren, tek çocuk, matematik okuyor.''

''Bunları herkes bilebilir.''

''Peki... Matematiğe âşık, trigonometri eski sevgililerinden sadece biri. Soyut Cebir'le ciddi bir ilişkiye başlamışlardı ama araya bir şeyler girdi.''

''Tamam.'' dedi Güz, işkillenmeye başlamıştı. ''Bu şekilde sadece yakın arkadaşlarımla konuşurum. Onlardan birinin oyunu mu bu?''

''Hayır!'' Asya kızmaya başlamıştı ama kendini erken toparladı. Sakinleşti. ''Küçük Prens'i defalarca okuyacak kadar çok seviyorsun. Basık oda, karanlık merdivenler, ıslak sokaklar... Hastalıklı, karşılıksız aşka düşmüş kahraman... Rus Edebiyatı'na bayılıyorsun. Ancak kitaplara karşı ön yargılı değilsin. Yeni nesil bir aşk romanını da okuyabilirsin. Ve birazcık sıkıcı olduğunu düşünüyorsun.''

Güz bir süre öylece Asya'nın yüzüne baktı. ''Asya, sahiden kimsin sen?''

''Kitapçıda tanıştığın kızım... Benimle konuşmanın sana iyi geldiğini söylemiştin.''

Bu kez tebessüm etti Güz. ''Garip birisin. Ama haklısın, seninle konuşmak manasız bir şekilde iyi geliyor.''

''Kötü biri değilim.'' deyip gülümsedi Asya. Güz de ona böyle söylemişti.

''Öyle görünüyor.''

Sessizleştiler. Asya kucağında birleştirdiği ellerine baktı. Bir şey hatırlayınca tekrar Güz'e döndü. ''Kaza nasıl oldu? Sen... İntihar mı ettin?''

''İntihar?'' Kahkahayla güldü. ''Hayır! Neden böyle düşünüyorsun?''

''Kaza anını görenler, dikkatle bir yere baktığını söylemiş. Yolun ortasında öylece durmuşsun.''

''Aslında... O anı hatırlamıyorum. Karşıdan karşıya geçiyordum, bu kadar. Gerisi yok.''

''Bir anlık dalgınlıkla olmuş olmalı.''

''Sanırım.''

Asya başka bir şey daha hatırlamıştı. ''Ailenin kıymetini bil, demiştin bana. Bu sıradan bir nasihate benzemiyordu. Neden burada değiller? Neredeler?''

''Umuyorum ki, cennetteler.''

''Çok özür dilerim.'' dedi Asya, pişmanlıkla. ''Başka bir şey var sandım. Belki de bu sebeple ben de intihar etmiş olabileceğine ihtimal verdim. Ben...''

''Asya!'' deyip sözünü kesti. ''Tamam.'' Gülümsedi. ''Sorun değil.'' Arkasındaki yastığa yaslandı. Mantığına oturtamamış olsa da, bu hikâyeye inanmayı deneyecekti. ''Benim de merak ettiğim bir şey var. Ne oldu da birden ortadan kayboldum? Ve ortadan kaybolduğum an gözlerimi açtığım an olabilir. Ne söyledin bana? Ya da ne yaptın?''

''Söylediklerime inandın mı?''

Güz bir teslimiyet ifadesiyle gülümsedi. ''Yalan söylüyorsan, büyük tongaya düşeceğim.''

''Söylediğim küçük yalanları hemen yakalıyordun. Yalan söylemediğimi biliyorsun. Bana inanıyorsun.''

''Hikâyen hoşuma gitti.''

''Hikâyemiz.''

''Ah, evet! Bizim hikâyemiz... Ve artık bizi burada buluşturan şeye neyin sebep olduğunu bilmek istiyorum.''

Asya dudaklarını açıp kapattı, birkaç kez konuşmaya yeltendi. Gözlerini kaçırdı. ''Seni öptüm.''

Sessizlik.

''Beni öptün? Dudağımdan?''

''Evet.''

Sessizlik.

''Ve ben de günler süren komadan uyandım? Uyuyan güzel misali?''

''Yani.'' deyip gülümsedi Asya. ''Uyuyan yakışıklı, diyelim. Daha uygun olur.''

Sağa sola bakışıp gülüştüler. Anlık göz göze gelişlerini uzun süre devam ettiremiyorlardı. Gerçek, rüya, masal, mucize... Artık neyse... Burada ve yan yan yanaydılar. İkisini bir araya getiren bir şeyler vardı. Aralarında görünmez bir bağ kurulmuştu.

Sana UyandımWhere stories live. Discover now