2🍂Kelebek Ömürlü Dünya

411 61 27
                                    


Rüzgar sert bir şekilde esiyordu. Erkam montunun yakalarını sıkılaştırıp hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Eğer oteldeki eşyaları sağlam kalabilmiş ise gidip onları alacak ve harabeye dönmüş bu şehirden gidecekti. 52 saattir bir kabusun içindeymiş gibi hissediyordu. Uykusuzluktan başı çatlayacakmış gibi ağrımasına rağmen beyni uyumayı reddediyordu. Gözüne bir damla uyku girmemişti. Devam eden artçı depremler yüzünden herkes panik içindeydi. Korku dolu yüzlere bakmaya dayanacak gücü kalmamıştı. Elinden geldiği kadarıyla etrafındaki insanlara, hem maddi hem de manevi anlamda yardım etmeye çalışmıştı. Ancak daha fazla burada kalacak gücü kendinde bulamıyordu, tükenmiş hissediyordu. Daha fazla yapamayacaktı. Kendine burada kalıp insanlara yardım etmeyi yakıştırsa yapamıyordu. Güçsüz biriyken güçlü rolü yapmak çok zordu. O sadece zavallı, korkak bir insandı. Ölüm korkusu çok başkaydı. Psikolojisi altüst olmuştu. Karmakarışık duygular içerisindeydi. Canına daha fazla eziyet etmeden gidip biraz dinlenmeliydi kendi dünyasında "evinde". Nefes aldığı şehirde, sevdiklerinin yanında.

Tanıdık zil sesinin sokağa dolmasıyla adımlarını yavaşlatıp cebinden telefonunu çıkardı. Ekrandaki isimle derin bir nefes aldı. Evet, yine uzun bir nutuk dinledikten sonra azar yiyecekti. Parmağını ekranda kaydırıp telefonu kulağına dayar dayamaz, kardeşten de öte gördüğü arkadaşının kızgın sesi kulaklarına doldu. Yanılmamıştı.

"O telefonu aksesuar olarak mı taşıyorsun? Neden açmıyorsun Erkam? Nasıl endişelendiğimi biliyor musun? Ama dur, ben tahmin edeyim; yola çıkmadın değil mi? Erkam akşam evinde ol. Hepimizin aklı sende. Her an kötü bir haber gelecek diye ödümüz kopuyor. Akşam seninle yüz yüze görüşmezsek oraya gelir ağzını burnunu kırarım. Dayağımı özlemişsindir. Malum kaç yıl oldu bir fiske yemedin benden."

Genç adam yüzüne konan gülümsemeyle iç çekti. Eymen'i, kardeşini, çok özlemişti. Hatta o kadar özlemişti ki dayağını bile yemeye razıydı. Ama ölümden kaçamazdı, ölüm her an her yerdeydi. Sanki buradan gitse yaşaması garantiydi. Yaradandan başka kim ne olacağını bilebilirdi. Tabi endişelenmekte haklılardı. Kim böyle bir durumda endişelenmezdi..

"Ben iyiyim Eymen, endişelenmeyin artık. Akşam için biletimi aldım. Gece yarısı evde olacağım inşallah. Ama olmasam bile beni dövebileceğini sanmıyorum. Çünkü en son ben seni dövüyordum, hatırlatırım."

Karşı taraftan rahatlamış bir nefes alış sesi ve ardından da bir kahkaha duyunca yüzündeki gülümseme büyüdü. Ardından da beklediği tepki gelmişti.

"Oh be rahatladım. Sen hele bir gel, beni dövmene izin vereceğim. Beni dövebildiğini sandığın zamanlardaki gibi. Ama gerçekten geliyor musun? Depremzedelere yardım etmek için en az bir ay orada kalacağını düşünmüştüm."

Erkam kaşlarını çatıp aceleyle arkadaşına cevap verdi.
"Kalmam gerekir belki, ama yapamıyorum. Burada daha fazla yapabileceğim bir şey yok. Şu anki ruh halimle kimseye yardımcı olabileceğimi sanmıyorum. Elimden geldiğince sağlık ekiplerine, ilk yardım kuruluşlarına maddi yardımda bulunmaya çalışıyorum. Ama daha fazlasını yapamıyorum. Burada bulunmak gücümü aşıyor. Kendimi hiç olmadığım kadar zayıf hissediyorum."

Bunları söylerken tüm benliğiyle utanç duyuyordu. Ama duygularını birine dökmek istiyordu ve bu kişi elbetteki Eymen olacaktı. Yardıma ihtiyacı olan insanlara arkasını dönüp kaçıyormuş gibi hissediyordu. Bu yaptığının korkaklık olduğunu düşünsede yapamıyordu. Yardım etmeyi gerçekten denemişti ama yapamayacağını bizzat yaşayarak görmüştü. Ailesi depremi haber alır almaz, ilk uçağın biletini ayarlayıp evine gelmesini istemişlerdi. Ama o kimseyi dinlemeyerek burada, deprem bölgesinde, yardıma ihtiyacı olan insanların olduğunu söyleyip kalmayı seçmişti. Şu an ise yapamadığını yaşayarak görmüştü. Mental olarak çökmüştü.

Umut Fenerleri Where stories live. Discover now