on altı

110K 6.5K 2.9K
                                    

Medya: Soner

🌈

Malum günün üstünden bir gün geçmişti. Olayın ertesi günü okula gitmemiştim. Ruh halim bedenimi okula taşımam için hiç uygun değildi. Anneme hastayım numarası yapıp geçiştirmiştim. Son iki haftadır yalancılık konusunda profesyonelleşmiştim zaten. Yalandan kendimi öptürmeye çalışmam... Ah! Dev rezillikti resmen. Neyse ki bunu sadece Ilgaz ve ben biliyorduk, ikimizin arasında sonsuza kadar unutulmak üzere kapanmıştı bu konu. Birbirimizi daha da yakınlaştırmıştı, arkadaşlık bağımız güçlendirmişti. Zararın neresinden dönersen kardır gözüyle bakıyordum artık o saçma olaya. Dün okula gelmediğim gibi akşama kadar yatağın içinde durup düşünmüştüm. Kendi davranışlarımı sorgulamıştım. Bir deli cesaret kalkıştığım bu iş ne kadar doğruydu? Doğrusunu geçtim işe yaramış mıydı? Koca bir hayır. Aksine Cem'e daha çok sinir olmama neden olmuştu. Hala çözemediğim şeyler vardı ama şimdilik emin olduğum tek şey; en kısa zamanda göstermelik sevgililik oyunumuzu bitirmekti. Bundan henüz Ilgaz'ın haberi yoktu, ilk fırsatta söyleyecektim.

Onu sevdiği kişi konusunda sıkıştırmıştım ancak ağzından laf alamamıştım. Her konuda pozitif olan çocuk bu konuda negatifti. Ağzını açmıyor, üzerinde durulmasından hoşlanmıyordu. Sebebini anlamış değildim. Basit bir sevme meselesi değildi sanırım. Daha fazla üzerinde durup canını sıkmak istememiştim, kendisi isterse anlatırdı zaten.

Kendime verdiğim kafa iznimin sonsuza kadar süremeyeceğini bildiğimden bugün okula gelmiştim ve işte bedenen burada, zihnen çok uzaklarda olduğum bir dersteydim.

"Çıkarın kağıtları, yazılı yapacağım!"

Edebiyatçının sesini duyduğumda karaladığım defterimi kapatıp sınıfa döndüm. Kurduğu cümle üzerine sınıftakiler anında itiraz etmeye başlamıştı. Ses etmeyen bir ben, bir de gördüğüm kadarıyla Soner'di.

"Hocam haftada 3 kere yazılı mı yapılır gözünüzü seveyim? Daha konuyu bilmeden yazılı oluyoruz."

Ön sıralardan konuşan çocuk ne yalan söyleyeyim haklıydı.

Bizim edebiyatçı biraz Hababam Sınıfı öğretmenleri tadındaydı. Akıllı tahta kullandığımız halde yanında tebeşir taşırdı. Sürekli 80'lerden kalma takımlar giyerdi, eh biraz da yaşı vardı tabii. İsimlerimizi asla ezberlemez, kafasına göre bizi kaldırıp soru sorar, oturttururdu. Canı sıkıldıkça da bu cümleyi kurar, itiraz edişimizi keyifle izlerdi. Ee yazılıyı yapmadan da bırakamazdı tabii. Biraz tuhaf bir adamdı. Yine de bir konuyu anlattı mı hakkını vererek anlatırdı, anlardık. Keyfinin gelmesini bekliyorduk konu anlatması için. Keyfi olmayınca bugünkü gibi kök söktürüyordu bize.

İtiraz eden çocuğa bakıp, "Şaban!" diye yükseldi. "Otur bakayım yerine, yazılı olmadan sıfır veriyorum sana!"

Çocuk kaşlarını çatarak yerine oturdu. "Hocam benim adım Şükrü?"

Yanındaki arkadaşı dürttü onu. "Olum boş versene ne güzel adını bilmiyor işte, sıfır veremez."

Gülerek başımı salladım. Neden biz öğrencilerin aklı ders haricinde her şeye cin gibi çalışıyordu?

Çocuk arkadaşından aldığı taktikle yeniden hocaya seslendi. "Ha aynen hocam Şaban benim adım, sıfır verin siz bana. Bittiğine göre çıkabilir miyim?"

Hoca elindeki tahta cetveliyle çocuğun sırasının üstüne vurup kızdı. Sen edebiyatçısın ya cetvel ne alaka? Şiirlerde dizelerin arasındaki boşluğu hesaplıyordu herhalde.

"Çıkmak yok!" diyerek uyardı öğrenciyi. "Herkes sırasında oturacak. Çıkarın kağıtları, yazmaya başlayın. Soru bir!"

Herkes oflaya puflaya önüne bir kağıt alıp hocanın söylediklerini yazmaya başladı. Eh tabii bende.

GÖSTERMELİK SEVGİLİ | Texting ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin